hıncal uluç sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
hıncal uluç sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

Fatih Altaylı: "İki ustam var ise biri Hıncal Uluç'tur"


     Fatih Altaylı, dün yayınlanan, “Nahit Abi” başlıklı yazısında (14.09.2019)  gazetecilik hayatındaki iki ustasından bahsetti. “İki ustam var ise biri Hıncal Uluç’tu, diğeri Nahit Duru” diye yazdı. Hıncal Uluç’u usta olarak konumlandırdığını bilmiyordum kendi hayatında. Hem Fatih Altaylı’yı hem de Hıncal Uluç’u severim. İkisinin böyle büyük bir ortak noktası olduğunu öğrendiğime çok sevindim. 

Hıncal Uluç

     Diğer bahsettiği kişi Nahit Duru. Kendisini bende tanımıyorum. Geçmişini incelediğimde Güneş gazetesinde genel yayın yönetmenliği yapmış olduğunu okudum. 1994’te ise Best FM’de genel koordinatörlük yapmış. En son olarak da ABC gazetesinin Ankara Temsilciliğini ve Tele 1 televizyonunda yayın kurulu üyeliği yapıyormuş. Fatih Altaylı’nın bahsettiğim yazısını ise buradan okuyabilirsiniz.

Foto kaynak: medyanin50tonu.com


Hıncal Uluç'lu 40 programını yarıda bıraktım...


   
Hıncal Uluç Jülide Ateş
foto kaynak: haberler.com
     Hıncal Uluç, Jülide Ateş’in 40 programına konuk olmuş. Heyecanla izlemeye başladım. Ama hiç de beklediğim gibi değildi. Artık çok yaşlandı Hıncal Uluç. Konuşmalarında eski performansı gösterdiğini söylemek zor. Programı izlemeyi yarıda bıraktım. En azından yazılarında yine aynı tadı alıyorsun. Sanırım Jülide Ateş’in sunumunu da yavaş yavaş sevmeye başladım. Yeni gelecek konuklarını merakla bekliyorum şimdi.

Hıncal Uluç, Whiplash filmindeki tekniği mi kullanıyor?


     Hıncal Uluç, Galatasaray’ın 20 yıl sonra Şükrü Saraçoğlu’nda kazanmasından sonra bile hem Galatasaray’ın, hem de Fatih Terim’in performansını beğenmemiş. “Yahu hiç mi iyi bir hareketi olmadı bu Fatih Terim’in?” diye sormadan edemedim. 

Hıncal Uluç
foto kaynak: hurriyet.com.tr
     Sonra Whiplash filminde izlediğim bir sahne geldi aklıma. Müzik hocası öğrencisine, aferin kelimesinin çok tehlikeli bir kelime olduğunu söylüyordu. Çünkü aferin demek, sen doğru yoldasın ya da bu senin için yeterli demek manasına geliyor onun için. O nedenle aferin kelimesini kullanmıyor. Devamlı içindeki potansiyeli çıkarması için zorluyor öğrencisini. 

     “Acaba Hıncal Uluç da bu taktiği mi kullanıyor?” diye sordum kendime. Oda Galatasaray’ı eleştirirken hiç aferin demez. Hep kötü yanlarını görür. Bunun nedeni 2000 yılındaki Fatih Terim performansına ulaşması için olmasın. O eleştirdikçe, Fatih Terim, “Şimdi neyi eleştireceksin?” dedikçe o başka kötü yanını söylüyor. Ta ki 2000 yılındaki performansının zirvesine tekrar ulaşasıya kadar. Siz ne dersiniz?

Hıncal Uluç, Ingilizceyi nasıl ilerletmis???

     Bugün, Hıncal Uluç'un yazisini okuyordum. Yazısında, nasil Ingilizcesini ilerlettigini anlatiyordu. Bugünkü yazisini muhakkak internetten okuyun. Ingilizcesini,  kitapları orjinal dilinden, yani Ingilizceden okuyarak ilerletmis. Böyle bir şey, hiç sizin akliniza gelmis miydi? Gerci Hıncal Uluç,  "Ingilizcemi ilerleteyim" diye okumamış. Kitaplarin cevirileri o kadar berbatmis ki. O da, bu duruma en sonunda isyan etmis. Bu kitap çevirisi olayı, gercekten kanayan bir yara. Daha bir kaç gün önce ben de yazmistim bu konuyu.
       Şükür, birileri bu konuya da degindiler. Bazi kitaplar gerçekten azap verici. Okuma zevki birakmiyor insanda. Simdi düşünüyorum da, yabancı kitaplara karşı antipatim,  bundan dolayı olmasin? Neyse işte. Okuduğu kitabin zevkine varmak için, Ingilizcesinden okumaya başlamış. Ve normalde çevirisini okuyup begenmedigi bir kitabi cok sevmiş. Ve bu inadi da Hıncal Uluç'a,  cok iyi Ingilizce ogrenmesini sağlamış. Şimdi, bunu herkes yapabilir mi? Bilemem. Ama ben denemeye karar verdim.
       Internetten, Karamazov Kardesler'i indirdim. Ama daha okumaya firsat bulamadim. Acikcasi, heyecanliyim. Ingilizce kelime dagarcigim da kötü sayılmaz. Aslında, bu işin çözümü basit. Pratik yapacaksin. Amerika'ya gideceksin. Dil kursuna. Devamli konuşma halinde olacaksin. O zaman bir haftada cozersin olayi herhalde. Biz sadece okulda ,"Whats your name?" diyoruz. Zaten tek ogrendigimiz bu. Bir de bunun cevabi. Siz de deneyin. Ingilizce kitap okuyarak Ingilizce gelisecek mi? Paylasalim tecrubelerimizi. Ne dersiniz?


Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up


Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Futbol yorumculuğunu bırakmakta çok geç kaldın be Hıncal abi...


     Hıncal Uluç, 90 A programındaki futbol yorumculuğunu bırakmış. Bence çok geç verilmiş bir karar. Aslında bu kararı 90 Dakika programı bittikten sonra almalıydı. Ama Hıncal Abi durmadı, devam etti. Belki hırsından, belki de futbola olan aşkından. Devamlı programlarda söylerdi. “Bu kötü futbolu izlemek için harcadığım zamana yazık” diye. 

Hıncal Uluç
foto kaynak: milliyet.com.tr
     Her bunu söylediğinde, “Bırak abi o zaman. Tamam, futbol yorumlarını merak ediyorum. Ama ben senin gazetendeki yazılarını da seviyorum. Oradaki filme, sanata, hayata dair yazılarını da zevkle okuyorum. Madem futbol izlemek seni bunlardan men ediyor. Bırak o zaman futbol yorumculuğunu” derdim. Sonunda bıraktı. Ama çok geç bıraktın be Hıncal Abi. Merak ediyorum, acaba bundan sonra hiç mi maç izlemeyecek yoksa sadece yorumculuğu mu bıraktı?

Hıncal Uluç hakkında yazdığım diğer yazıları buradan okuyabilirsiniz.

Ahmet Hakan'ın kedisi Sekter, kendisini ve Ahmet Hakan'ı nasıl anlatmış?

     Ayşen İnci’nin son kitabı, “Pisikolojik Öyküler- Kediler Sahiplendiklerini Anlatıyor” hakkında birkaç yazı görmüştüm. En son da dün Hıncal Uluç’un köşesinde denk geldim. Kedilerin ağzından yazılmış yazıları okuyoruz bu kitapta. Hıncal Uluç’ta bu yazılardan, Ahmet Hakan’ın kedisi Sekter’in yazısını yayınlamış köşesinde. Sekter, kendini ve Ahmet Hakan’ı anlatmış yazısında. Hıncal Uluç’un dünkü köşesinde okuyabilirsiniz yazıyı.

TANRI NEDEN ÖLDÜ DEDİ NİETZSCHE?  

     Pelin Dilara Koçak’ın, YouTube kanalı olan Dilozof’ta, Nietzsche hakkında yaptığı videoyu izledim. Videosunun başlığı, “Tanrı neden öldü? Nietzsche ne kastediyor.” 38 dakikalık bir video. Eğer bu konulara meraklıysanız bence izlemelisiniz. Bu videodan öğrendiklerimle, ilerleyen günlerde bir yazı da yazabilirim belki.

BİTCOİN 100 BİN DOLAR OLABİLİR…

     Apple’ın kurucu ortağı Steve Wozniak, Bitcoin hakkında bol dolarlı bir tahminde bulunmuş. “100 bin dolara ulaşacağını düşünüyorum” demiş. Bu iddiası ile ilgili herhangi bir kaynak gösteremeyeceğini sadece Bitcoin’e olan yoğun ilginin kendisine böyle bir his verdiğini söylemiş. Olabilir mi? Olabilir. Bitcoin’de bu potansiyel var. Bu arada Bitcoin şu aralar 39 bin dolardan işlem görüyor. Ve son bir bilgi: En yüksek 67 bin doları görmüş.

NASA, YARIŞMA DÜZENLİYOR…

     NASA, bir yarışma düzenliyormuş ve ödül 30 bin dolar yani 442,935 TL. NASA’yla beraber HeroX adlı internet sitesi ortaklaşa düzenliyorlarmış bu yarışmayı. Mars’tan gelen verilerin taranmasını kolaylaştıracak bir sistem hazırlanması isteniyormuş yarışmacılardan. Son başvuru tarihi 18 Nisan.

 

Çok yazdım yan etkisi çok okumak oldu...

      Bir yazardan okumuştum. Ama şimdi kim olduğunu hatırlamıyorum. “Sevdiğiniz bir yazarın yazısını siz de yazın” diyordu. Mesela alacaksın bir yazısını, deftere yazacaksın aynen. Sevdiğin yazar gibi yazmanın yollarından biri de bu işte. Ben bunu sevdiğim köşe yazarında uyguladım. Benim sevdiğim köşe yazarı Hıncal Uluç’tur. Onun en sevdiğim köşe yazılarından birkaç tanesini seçtim. Aldım defterimi de yanıma. Yazmaya başladım. Okurken zevk aldığım kelimeleri bu sefer kendim yazıyordum. Gerçekten güzel bir duygu. Ben bu yöntemi bir hafta denedim. Şimdi yazdığım yazılarda o antremanlarımın etkisini görüyorum. Bunu yazdığım yazıları sonradan okurken farkettim. Bazı kullandığım kelimeleri ya da cümleleri görünce, “Aynı Hıncal Uluç tarzı yazmışım” dedim.

                                                  YAZACAK KONU BULAMAMA SENDROMU
      Tabi burdaki amaç “Hıncal Uluç 2” olmak değil. Önemli olan onun gibi Türkçe’yi güzel kullanmak. Akıcı yazmak. Onun gibi birikime sahip olmak. Genelde bir sayfayı doldurur yazılarıyla. Ama boş şeylerle değil, dolu şeylerle. Her konu hakkında detaylı bilgi sahibi olmak çok önemli. Tabi tüm bilgilerin hepsi okumakla olmuyor. Yaşamak da gerekiyor, görmek de. Heybeyi hem okuyarak doldurmak hem de yaşayarak. Hani biz blogcuların devamlı sızlandığımız bir konu vardır. Yazacak konu bulamamak. Bence bu birazda heybelerimizin boş olmasından kaynaklanıyor. Bununla ilintili bir şey daha oldu. Hemen onu da belirteyim. Rutin şekilde yazı yazmaya başlayınca okumaya daha fazla ihtiyaç duyar oldum.
                                                     NE KADAR YAZI, O KADAR OKUMA
      Elimdeki kelimeler yetmemeye başladı artık. Bunu hissediyorum. Normalde böyle heybe ve onun gibi kelimeler kullanmaya ihtiyaç duymazdım ben. Yazar geçerdim. Ama artık öyle değil. Artık farklı kelimeler kullanmak istiyorum. Farklı cümleler hüküm sürsün istiyorum yazılarımda. Bu durumu biraz da emme basma tulumbaya benzetiyorum ben. Yazdıkça okuyasım geliyor. Okudukça da yazasım. Bu durum bir blog yazarı için gerçekten istenilesi bir durum. Ben de bu durumdan oldukça memnunum. Farklı bir duygu daha gelişti bu son dönemde. Artık okuduğum bir yazıda güzel bir kelime ya da akıcı bir cümle gördüğüm zaman, “Bunu ilk fırsatta kullanmalıyım” diyorum. O kelimeyi ya da cümleyi not alıyorum. Yeri geldiğinde kendimce kullanıyorum. Özellikle o kelimeyi kullanmak için yazmıyorum.

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Koronadan sonra bir de Çin'in roketiyle uğraşıyor dünya...

     Çin uzaya roket göndermiş. Roket de kontrolden çıkmış. 

     Şimdi dünyada nereye düşeceğine dair tahminler yapılıyor. 

     ABD Savunma Bakanlığı açıklama yapmış bu konuda. 

     Zaten her konuda bir görüşleri var kendilerinin. 

     Yarın sabah- sabahın erken saatlerinde- Türkmenistan’da bir çöle düşebileceğini açıklamışlar. 

     Kardeşim bu Çin’in yaptığı her şey dünyaya zarar. Önce korona, şimdi de bu roket.

Çin Roketi
foto kaynak: unsplash.com

“YARASA ÇORBANIZA DA…”

     Çin demişken Çin’den devam edelim. 

     Cüneyt Özdemir’i izliyorum. Konu nasıl olduysa Çin’e geldi. 

     Tam hatırlamıyorum mevzuyu şimdi. “Sizin yarasanıza da, çorbanıza da” dedi Cüneyt Özdemir. 

     Şimdi gel de bu adamın dediklerine katılma.

HINCAL ULUÇ’UN FAVORİSİ…

     Bu akşam ki Galatasaray- Beşiktaş maçı için favorisinin Galatasaray olduğunu söylemiş Hıncal Uluç. 

     Bir Galatasaray’lı olarak kendisine o kadar çok katılmak isterdim ki. 

     Ama benim galibiyet namına hiç ümidim yok. 

     Bu yazı yayına girdiğinde maç çoktan bitmiş olacak. 

     Bakalım Hıncal Uluç haklı çıkacak mı?

DİĞER YAZILARIM…

*Buz Devri 4…

*Hayatta ne yapmalı?

"Hayır"ım küçük olabilir ama öz güvenim büyük oluyor...

     Hayır deyince güçleniyorum sanki. Hayır deyince cesaretleniyorum sanki. Bu hayırları büyük büyük şeylere verilen hayırlar olarak düşünmeyin sakın. Küçücük hayırlar bile çok motive ediyor insanı. Mesela çayı azaltmakla ilgili bir karar aldım. “Çay içecek misin?” sorusuna hayır dediğimde de kendimde bir mutluluk hissediyorum. “Evet, hayır dedim. İrademe hakim oldum” diyorum.

BONUS YAZI: Kendimize hayır diyebiliyor muyuz?


hayır demek
foto kaynak: unsplash.com


SOSYAL MEDYA HAKARETLERİNE, HINCAL ULUÇ TAKTİĞİ…

     Bir tane YouTuber, kendisi hakkında Ekşi Sözlük’te yazılmış olan hakaret içerikli yorumlardan bahsediyordu. Ve bazıları hakkında da dava açacağını söylüyordu. Bu gibi durumlarda aklıma her zaman Hıncal Uluç gelir. “Benim hiçbir sosyal medya hesabım yok. Ve orada yazılanlar zerre umurumda değil. Ben yazılarımı onlara göre değil, kendi istediğime göre yazarım” der. Bunu yapmak ne kadar mümkün bilmiyorum ama Hıncal Uluç’un bu düşünüş tarzına hayranım.

TABLO SATIŞLARINI BİLE PİS İŞLERE KARIŞTIRMIŞLAR…

     Tablolar bilmem kaç milyon dolarlara satılıyor ya. İşte bunları alanların bazıları sanatı çok sevdikleri için almıyorlarmış o tabloları. Kara para aklamak için bir paravan olarak kullanıyorlarmış bunu. Şu dünyada hiçbir şey göründüğü gibi değil. Az biraz deşince olayların arkasından neler çıkıyor bunun gibi.

OKUL ARKADAŞIYMIŞLAR…

     Rasim Öztekin, dün hayatını kaybetmişti. Yarın da cenazesi var. Fatih Altaylı’nın yazısında okudum. Meğerse okuldan arkadaşmışlar. Hem de aynı sınıftalarmış. “İyin insanların da, kimselerin sırtına basmadan bir yerlere geleceğinin örneğidir Rasim” demiş Fatih Altaylı.

SEYİRCİYE GEÇEN AĞLAMA…

     Hekimoğlu’nda, Zeynep karakterinin ağlama sahneleri çok gerçekçi. Hatta şunu söyleyebilirim: Gerçek hayattaki ağlamasını izliyoruz biz dizide. Eminim gerçek hayatında da dizideki gibi ağlıyordur. Bazılarının ağlaması hiç gerçekçi olmuyor. Bunu izlerken anlıyorsunuz. Zorlama bir ağlama olduğu hissine kapılıyorsunuz. Ama Zeynep karakterini oynayan Damla Colbay’da asla böyle bir şey hissetmiyorsunuz.

PEKİ ŞİMDİ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

     Pandemide bir yılı geride bıraktık. İlk başladığı zamanlar üzerine çok konuşuldu. Çok komplo teorileri dile getirildi. Olayın sıcaklığına verebiliriz bunları. Peki ya şimdi? Bir yılın ardından düşüncelerimiz netleşmiş midir? Sizce komplo teorilerine hak vermeli miyiz? Sizce bu işin içinde bir oyun dönüyor mu? Yoksa, “Alakası yok” mu diyorsunuz?

BONUS YAZI: Koronavirüsten korunmak için elimi, yüzüme götürmeme mücadelem…

Blogdan para kazanmak için ihtiyaca yönelik yazılar yazmalısın...


     Geçenlerde Nietzsche belgeselini izledim. Ömrünün son iki yılında delirmiş. Ve son iki yılında kız kardeşi bakmış kendisine. Ve o döneme ait bir fotoğrafı yayınladılar. Ve o fotoğrafta gözlerinde deliliği gördüm.

     Uzun yazılar yazmaya başladığımdan beri, yazdığım yazıları sosyal medyada paylaşmıyorum. Her gün, her yerde paylaş paylaş nedense yordu beni. Bunun dışında yazılara resim eklemeyi de bıraktım. Her akşam resim aramaktan, “Acaba bu resimden telif yer miyim?” endişesinden bıktım. Ama buna rağmen ileride yine resim eklemeyi düşünüyorum yazılarıma. Sosyal medyada yazılarımı paylaşma olayını ise uzunca bir süre askıya aldım. Gerçi bende durumlar değişken. Bugün böyle derim yarın yine paylaşmaya başlarım. Ama şu an için kararım bu yönde.

     Ben size ne soracaktım konu nereye geldi? Benim gibi yazılarını sosyal medyada paylaşmayanlara sorum: Sosyal medyada yazılarını paylaşmamak okunma oranlarınızı nasıl etkiliyor? Mesela benim yarı yarıya düştü.

     Bir Blogger arkadaşımla blogdan para kazanma üzerine konuştuk. İhtiyaca yönelik yazılar yazmamız gerektiği konusunda görüş birliğine vardık. İhtiyaca yönelik yazı nedir peki? Mesela o, zamanında Ziraat Bankası atm sorunu yaşamış ve bunu bloğunda yazmıştı. Ve o yazı patladı gitti. 

     Benim de öyle yazılarım var. Mesela A101’den telefon alınır mı yazım. Bu yazım çok okunanlar arasında yer aldı. Bunun gibi yazılar yazmalıyız devamlı. Ama bu iki yazı da bizim başımıza gelmiş olaylar. Ama her zaman başımıza böyle olaylar gelmiyor ki. 

     Onun dışında gündeme yönelik yazılar yazman lazım. Ama gündem yazılarından pastanın en büyüğünü haber siteleri alıyor. Gündemle ilgili yazdığım bir yazı ancak 100 defa okundu bir keresinde. O yüzden blogdan para kazanma hayal. En azından sadece blogda yazı yazarak geçinmek hayal. Ufak tefek paralar kazanabilirsin. 

     Bunun dışında niş blog olursan belki. Yani sade bir konu üzerine yazacaksın devamlı. Mesela sadece İphone telefonlar üzerine bir bloğun olacak. Devamlı onun hakkında yazı gireceksin. O zaman olabilir. Ama benim tutku derecesinde böyle bağlı olduğum bir konu yok. O yüzden blogdan para kazanma gerçekçi değil. Sadece yazacaksın. Yazma ihtiyacını giderebileceğin bir alan. O kadar.

     Hiç dikkatinizi çekti mi? Çoğu ünlünün dişleri bembeyaz. O kadar beyaz ki, sanırsın bunlar hiçbir şey yemiyorlar, hiçbir şey içmiyorlar. Aşırı beyaz olunca da sanki biraz itici gibi geliyor.

     Hıncal Uluç niye siyaset yazmıyor?” diye sorardım eskiden. Devamlı hayata dair yazardı. O dönemlerden sonra biraz biraz yazmaya başladı gerçi. Ama hala yazılarının ağırlığı hayata dair. Bende blog yazmaya başladıktan sonra siyaset üzerine yazdım. Ama sonradan siyaset yazmayı bıraktım. Çünkü siyaset insanları ayrıştırıyor. İnsanların arasına nifak sokmak gibi bir şey siyaset. İşte o zaman anladım Hıncal Uluç’un bazı köşe yazarlarına, “Siyaset yazmayı bırakın. Tonla adam yazıyor zaten. Onun yerine hayatı yazın, güzellikleri yazın” demesinin nedenini.

     Çocuklar Duymasın’ın eski bölümünü izliyorduk A2 ekranlarında. Haluk’un boynu tutulmuştu. İş yerine geldi ve kimse soru sormadan, neden boynunun tutulduğunu, geçmesi için şunu bunu yapsan iyi olur diye bir şeyler denmesini istemediğini ofiste kim varsa söyledi. Bence çok iyi bir fikir. Herkese açıklama yapmaktansa herkese toplu halde bir defa açıklama yapıp kurtulmak.

     Çocukluğumda gezdiğim yerleri bir daha gezsem, devamlı durmadan akan köy çeşmesinden bir daha içsem, yol kenarındaki çalılıklardan yine böğürtlen toplasam çocukluğuma rastlar mıyım oralarda?

     Bir uzun yazı denemesinin daha sonuna geldik. Darısı diğer yazıların başına.

Hıncal Uluç'a göre Sezen Aksu kimdir?


     Hıncal Uluç’a göre Sezen Aksu kimdir? Çok güzel bir tanımlama yapmış kendisi. Bu tanımlamayı sizinle paylaşmamak olmazdı. 

     Diyor ki: “Sezen Aksu, Türk Pop Müziğinde, yorumcu, besteci, söz yazarı, keşfedici ve yaratıcı olarak bir muhteşem anıttır. Gurur anıtı… Sevgi anıtı… Sanat anıtı…

     Ölümsüz yeteneklerine ek olarak, Sezen bir de hocadır. Keşfeden, yetiştiren, tüm gücüyle destekleyen hoca… 

     Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Harun Kolçak, Levent Yüksel, onun Türk sanatına kazandırdıklarını sadece bir kaçı. Sezen, İzmir’in muhteşem anıtıdır.”

     Sabah gazetesinde bugün çıkan yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Hıncal Uluç, Mehmet Demirkol'a siyaset yazmasını teklif etmiş...

Mehmet Demirkol, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra gençlerin olaya bakışını anlattı. Kendisi normalde futbol yorumcusu. Ama bu konu hakkında birkaç şey söylemeden de duramayacağını söyledi. Toplumsal konular ve siyaset hakkında konuşmayı sevdiğini söyleyerek söze başladı. Hatta bu yönünü bilen ve beğenen Hıncal Uluç, zamanında kendisinden siyaset yazmasını istemiş. O zamanlar reddetmiş bunu. “İyi ki reddetmişim” diyor. Ön seçimde oy vermiş giderken, önlerinde giden iki genç kız, oy atmak için kimlik numaralarını verdiklerini ve bu nedenle başlarına bir şey gelir mi endişesi üzerine konuştuklarını duymuş. Mehmet Demirkol da, “Gençlerin kalbine bu korkuyu düşürmenin ne gereği var abi?” diyor. Sırf kimlik verme yüzünden kaç kişi daha oy atmaya gitmedi. Gençler bizim geleceğimiz. Onların böyle endişelenmesi üzüyor insanı.

Ntv'de Akp'yi kayirmis...

       Koskoca Ntv’ye bu yakışmadı. Biz Ntv’yi böyle görmeye alışmadık. Bu akşam saat 17:00 haberlerini beklerken. Ntv’de bir yazı çıktı. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yayınlarında adaylardan Recep Tayyip Erdoğan’ı kayırmış. Bunun için yayını beş kez süreyle durdurulmuş. Koskoca Ntv’de bu gibi bir yazıyı görünce üzüldüm açıkçası. Türkiye’nin ilk haber kanalından böyle bir şeyi hiç beklemezdim.

         Ntv’yi sevmemizin nedeni yayınlarındaki tarafsızlığıdır. Bugüne kadar ayakta kalmasının tek sebebi de budur. Ntv’yi Ntv yapan bu tarafsızlığıdır. Bugüne kadar Ntv çok sevilen programlarını yayından kaldırmasına rağmen hala ayakta ise bunu tarafsızlığına borçludur. Nedense Ntv artık bir klasik haline gelmiş (Klasik olmasını da kendisi sağlamıştır) programları yayından kaldırdı. 

         90 Dakika programı. Futbol programında bir çığır açmıştır. Futbol programından çok bir spor programıydı. Tenis, Basketbol, voleybol vs. Spora dair her şey konuşulurdu. İşte böyle bir programı yayından kaldırdı Ntv.

NTV
foto kaynak: unsplash.com


         90 Dakika’da bağırma çağırma olmazdı diğer programlar gibi. Ben Kenan Onuk’un son zamanlarına yetiştim. İyi ki yetişmişim. Bir program nasıl yapılır. Nasıl yönlendirilir. Kenan Onuk sayesinde onu gördüm. O bizi bırakıp gittikten sonra da aynı formata devam edildi. Sadece Kenan Onuk’un anısına kaldırılmamalıydı 90 Dakika. 

          İlk başta sadece Hıncal Uluç ve Haşmet Babaoğlu vardı. Bence en güzel zamanları da bu zamanlardı. Öncelikli olarak sporda haftanın olayı konuşulurdu. Ama sırayla. Önce sözü Haşmet Babaoğlu alırdı. Konuşma sırasında Ne Hıncal Abi ne de Kenan Abi sözünü kesmezdi. Sonra Hıncal Abi sözü alırdı. Bu sefer o konuşurken kimse sözünü kesmezdi. İşte böyle konuşana saygılı bir programdı 90 Dakika.

          90 Dakika’nın yayından kaldırılması üzerine Haşmet Babaoğlu bir yazı kaleme aldı. Yazıda,”Ntv’nin neden programı yayından kaldırdığını anlamadığını, Ntv’yi,Ntv yapan programların neden kaldırıldığını, Ntv’nin kendisine sorması gerektiğini, bir muhasebe yapması gerektiğini söyledi. Ve her şeye rağmen yine de Ntv’yi sevdiğini söylemişti. 

           Fakat Ntv’nin bu ilk ve son vukuatı olmayacaktı. Sonra, artık Ntv ile özdeşleşmiş Murat Kosava’yı işten çıkardılar. Herkes bu duruma hayret etti. Ve çokça da yadırgandı. Bunun üzerine her ne olduysa Ntv yeniden Murat Kosova’yı işe aldı.

           Ntv’deki bu yönetim karmaşası bununla da kalmadı. Son olarak da Gece Gündüz programıyla iç içe geçmiş sunucusunu Yekta Kopan’ı işten çıkardılar. Gerçekten Ntv’yi anlamak imkansız bir hal aldı. Ne düşünüp de böyle adımlar atıyorlar inanılmaz. Biraz argo olacak ama resmen kendi ayaklarına sıkıyorlar. Ve Ntv elindeki değerleri bir bir kaybede kaybede bugüne geldi. 

           Ve artık anlaşılıyor ki. Elindeki kalmış son ve en büyük değerini, tarafsızlığını kaybedecek duruma gelmiş. Şahsen ben Türkiye’nin ilk haber kanalı olan Ntv’yi böyle görmek istemiyorum. Dilerim RTÜK’ün verdiği bu ihtarı dikkate alırlar. Ve içlerinde bir muhasebe yaparlar. Yoksa Ntv toplum gözündeki saygınlığını da kaybedecek.

Bir çocuğun annesi olmak için onu doğurmak mı gerekir?

Bir çocuğun annesi olmak için illa onu doğurmak mı gerekir? Bir Küçük Gün Işığı dizisindeki Elif karakteri bunu soruyordu. Hepimizin cevabı nettir herhalde. Esas annesi annelik yapmıyorsa ve onu doğurmayan kadın onu doğurmuş gibi gözünün içine bakıp büyütüyorsa, onun doğurmuş olması gerekmez. Artık o çocuğun annesi olmuştur.

DARMADUMAN OLAN DİZİ…

Darmaduman dizisi reytinglerde darmaduman olmuş. Fox TV, dizinin gününü değiştirmiş. Ama buna rağmen dizinin final yapacağı konuşuluyor. Dizinin fragmanını izlediğimde diziye ısınamamıştım zaten. Fox’un yeni başlayan dizilerinde iş yok gibi.

İLKER AYRIK’LI SKEÇ BİLE GÜZEL OLMAMIŞ…

İlker Ayrık’ın, Çok Güzel Hareketler Bunlar’da oynadığı skeci izledim. Hiç komik değildi. Skeç fikri güzel düşünülmüş. Ama komik yazılmamış. Yarısında izlemeyi bıraktım. Bu arada Çok Güzel Hareketler reyting listesinin ilk 10 sırasında yoktu. Böyle giderse final kararı alır kanal.

HINCAL ULUÇ’UN BENİM HAYATIMDAKİ YERİ…

Hıncal Uluç hayatını kaybetti. Kendisinin benim için ayrı bir yeri vardı. Hayatımda okuduğum ilk köşe yazıları, onun köşe yazılarıydı. Onun gibi yazmak istedim hep. Yazılarını zevkle okurdum. 90 Dakika ve Yaşamdan Dakikalar programlarını hep takip ettim. Böyle bir yeri vardı hayatımda. Şimdi yazıları kaldı. Allah rahmet eylesin. Ara ara yazılarını okumaya devam edeceğim ama. Normalde de eski yazılarını okuyordum. Sadece onun değil, takip ettiğim diğer köşe yazarlarının da. Güle güle Hıncal Abi.

Bu hikayeyi sizde okumalısınız...

hikaye

     Hıncal Uluç’un yazılarından birini okuyordum. Bu yazılarından birinde, arkadaşı Ece Aksoy’un çıkardığı hikaye kitabını yazmış. Çok beğenmiş. Elinden düşürmemiş. Ve o kitaptaki hikayelerden birine köşesinde yer vermiş. Hıncal’ın zevkine güvenirim. O yüzden okudum hikayeyi. Gerçekten iyi bir hikayeymiş. Bu hikayeyi sizlerin de okumasını istedim. Bakalım benim gibi sizin de hoşunuza gidecek mi? İlgili yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/woman-reading-her-notes-258353/

Ahmet Hakan, Cumhurbaşkanının uçağına niye davet edildi?


     Ahmet Hakan’ın iktidar tarafından pek sevilmediğini düşünürdüm. Çünkü her şartta hükümet yanlısı yazılar kaleme almıyordu. Yeri geldiğinde hükümeti de eleştiriyordu. Yani bir Cem Küçük değildi. Bir akşam Cumhurbaşkanı Erdoğan’a soru soranlar arasında onu da gördüm televizyonda. “Ne değişti de onu da davet ettiler?” dedim. Soru soran gazeteciler arasında yer alması başka şeylerde de onun yer alacağının göstergesiydi. Erdoğan’ın uçağındaki gazetecilerden biri olmak gibi. 

     Geçen haftanın en çok konuşulan konularından biriydi. Yıllar önce asla ne Başbakanın ne de Cumhurbaşkanının uçağına binmeyeceğini yazmış. Ama şimdi bindi diye yer yerinden oynadı. Yine dönek yakıştırması ağızlara sakız edildi. Ahmet Hakan ise köşesinden kendini savundu. O zamanki ortam için söylediğini şimdi ise her şeyin bambaşka olduğunu dile getirdi. Buna inanıp inanmamak size kalmış. 

     Ama ben olaya başka bir açıdan bakmak istiyorum. Acaba Erdoğan yanında devamlı yaptığı her şeyin doğru olduğunu söyleyen gazeteciler görmekten sıkıldı mı? Ya da bunun kendisine olan zararını mı gördü mü? Bu nedenle mi Ahmet Hakan gibi her yaptığı şeyi onaylamayan, kendine göre yanlış olanları dile getiren bir gazeteciyi yanında istedi? 

Ahmet Hakan

     Devamlı iktidarı öven yazılar yazan köşe yazarlarını okumaktansa Ahmet Hakan’ı okumayı tercih ederim. Hiç olmazsa iktidarın yanlışlarını dile getiriyor. Eğer bu açıdan düşünülüp uçağa davet edilmişse bence çok güzel bir adım. Çünkü insan etrafında her yaptığına, “Çok güzel yaptınız efendim” diyen bir grupla yanlış işler yapmaya devam eder. “Bu yaptığınız doğru değil, vicdan kabul etmez” diyecek kimseler de olmalı. Acaba danışmalarından biri bile olsa böyle bir şeyi dile getirebiliyor mı? 

     Bu durumla ilgili bir örnek vermek isterim. Hıncal Uluç zamanında bir dergide çalışıyormuş. Kendi odasında ayaklarını masaya uzatıp otururmuş. Dışarıdan bakan, “Bu adam da hiçbir şey yapmıyor. Yatarak para alıyor” derlermiş. Bir gün derginin patronuna bu işin aslını sormuş biri. Patron da, “Hıncal’ın görevi bana itiraz etmek. Yaptığım işlerin bana eksik yanlarını söylemesi” demiş. 

     Çünkü bizim ülkede kim patrona yanlış yapıyorsun diyebilir ki? Tabi bunun için patronun da bu yapıda olması gerekir. İnsanı doğru işler yapmaya götüren eleştirilmesi. İşte bu açıdansa uçağa davet çok güzel bir gelişme.

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/yXkKfvGaipw


Bizden bir romana başladım...

      Bizden bir roman okumak istediğimi yazmıştım dünkü yazımda. Elimdeki kitaplardan ve daha önce okumuş olduğum Fatih Harbiye kitabında karar kıldım. Bugün başladım kitaba. Yazıları da büyük büyük ve okuması da kolay. 150 sayfacık. Şimdiden 30 sayfa okudum.


Türkçe roman okumak
foto kaynak: unsplash.com


GÖRÜNÜRDE SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI OLMAYACAK GİBİ…

     Daha önceki yazılarımdan birinde okulların açılmayacağını söylemiştim. Çünkü o zamanlar kesinlikle sokağa çıkma yasağı gelecek diye düşünüyordum. Ama yasak falan gelmedi. Aksine gelecek gibi de görünmüyor.


BİR KEZ DAHA HAKLI ÇIKAN HINCAL ULUÇ…

     Galatasaray lige fırtına gibi girince, Hıncal Uluç’un söylediklerini hiç önemsememiştim. Çünkü oynanan futbolu yine beğenmiyordu ve bir yerde patlayacağını söylüyordu. Önce Fenerbahçe maçındaki beraberlik, sonrada Avrupa Ligi’nde Glasgow Rangers’a elenmemiz bir kez daha haklı çıkardı kendisini. Demek ki adam boşa konuşmuyormuş.

 

      

Okuduklarım #28...


     Bugün harika iki yazı okudum. Birincisi; Hıncal Uluç’un, “Güzel yaşama sanatı”. Bu adam bu yazıları harika yazıyor ya. Zaten yazımına hastayım. Zaten bu yazı işlerinde ilk başlarda hep onun gibi yazmak isterdim. Hala o istek bitmiş değil. Ve hala onun gibi yazabilmiş değilim. Sade ve anlaşılır. 

okuduklarım

     İkincisi; Haşmet Babaoğlu’nun, “Dinlemek” yazısı. Abi bu tür yazılarını okumaya başlar başlamaz kendinizi bir kitap okuyor zannedebilirsiniz. Tasvirler falan, harika. Artık bu tür hayata dair yazıları bıraktı. Arada bir yazıyor. Cumartesi ya da pazarları. Birde öyle benzetmeler yapıyor ki. Bende onun gibi yapmak istedim ama olmuyor.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/creative-smartphone-desk-notebook-97050/

Kuyu köpek için gösterilen olağanüstü bir çaba...

     Kuyu köpek sonunda kurtuldu. Hıncal Uluç, kuyu köpek hakkında harika bir yazı kaleme almış. Bu yazıyı muhakkak okumalısınız. O yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Bir küçük köpek yavrusu için, bu kadar imkanların seferber edilmesi beni çok mutlu etti. Demek ki hala merhametimiz ölmemiş. Daha bundan birkaç ay önce, arabanın arkasına bağladığı köpekle biri yakalanmıştı. Canım köpeğin ayakları kanamıştı. Ondan önce ona benzer bir görüntü daha görmüştük. Ve daha bunun gibi birkaç iç kaldırmayan örnek daha işte. Bunların yaşandığı bir ülkede, kuyu köpek için elden gelen her şeyin yapılması çok güzel. Hele ki kuyu köpeğin kuyudan çıkarılma anındaki sevinç ve coşku harikaydı.
     
kuyu köpek, köpeğe duyulan merhamet, güncel

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/animal-dog-pet-focus-7720/

Okunacak 4 köşe yazarı...

      Yazı öyle bir yazılmış olacak ki.Okurken adeta yağ gibi kayacak.Kelimeleri böyle yuta yuta okuyacaksınız.İşte böyle bir yazıyı okumanın keyfine doyulmaz.O yazıyı bir daha,bir daha okumak istersiniz.İşte yazı yazarken de benim amacım bu.Öyle bir yazmalıyım ki yazı akıp gitmeli.Okuyan bir solukta okumalı.Yazının ne zaman sonuna geldiğini anlamamalı.İşte benim için yazı,böyle bir şey demek.
      O yüzden ben ne okursam okuyayım her zaman yukarıda saydığım özellikleri ararım.Özellikle köşe yazısında bu dediklerim çok öne çıkıyor.Köşe yazısında ne söylemek istiyorsanız az ve öz bir şekilde söylemeniz gerekir.Sayfalar dolusu anlatma şansınız yoktur.O yüzden köşe yazısı yazmak maharet ister.Sınırlı kelimelerle ne anlatmak istediğini çok net bir şekilde anlatan iyi bir yazardır.

     Herkesin takip ettiği köşe yazarları vardır.Benim de var.O kadar da çok değil.Sadece 4 tane.Bunlar;Hıncal Uluç,Haşmet Babaoğlu,Ayşe Özyılmazel ve Mehmet Barlas.Elimden geldiğince takip ederim yazılarını.Bazı yazıları çok çok hoşuma gider.Bazıları ise bana,”Bu yazıyı nasıl yazdın?”dedirtir.Ama genelde hep belli bir standartta yazarlar.Yıllardır bu köşe yazarlarını takip ediyorum ben.Ya siz?


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr