televizyon sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
televizyon sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

Televizyon gören masum köylü...

     İlk televizyonunuzu hatırlıyor musunuz? Bizimkisi, 35 ekran kadar bir şeydi. Dışı beyazdı. Sağa tarafında üst bölümünde hoparlör, hemen onun altında da düğmeler vardı. Hele bir tane düğmesi vardı, kocaman. Peki, televizyonla ilk karşılaşanların tepkileri nasıl olmuştur acaba? Hep bunu merak etmişimdir. Ne de olsa, biz televizyonun içine doğduk. Ama ya televizyonu ömründe ilk defa görenler. Onlar nasıl tepki verdiler? Bir tane Laz, televizyon bakıyormuş. Bakmış televizyondakiler ateş ediyor. Oda, “Herhalde bunlar beni de vuracak deyip, çekmiş silahı televizyona ateş etmiş. Alın başka bir, ilk televizyon tecrübesi daha. Yaşlı bir teyze banyo yapacakmış. Herhalde kızı yaptıracak. Orayı tam hatırlamıyorum. O arada televizyon açık ve bir film oynuyor. Yaşlı teyzem, filmdeki adamları görünce, “Bu adamlar varken soyunmam. Beni görürler, ayıp” demiş. İşte, televizyonla ilgili ilk deneyimlerimiz böyle. Bizim köyde televizyonu, köyün en zenginlerinden biri almış. Her akşam millet, o eve, televizyon izlemeye gidermiş. Sonradan yavaş yavaş herkesin televizyonu olmaya başlamış. Birde şimdiyi düşünsenize. Şimdi bırak bir taneyi, evlerde iki tane televizyon var. Bak şimdi, çok ünlü bir televizyon esprisini unutuyordum. Hani şu Cem Yılmaz’ın, “Peki Zeki Müren’de bizi görecek mi?” repliği. Muhakkak, o zamanın insanları bunu da sormuşlardır. Zaten Yılmaz Erdoğan’ın her zaman verdiği öğüt değil midir? “Gerçek hayatı yazın” diye. Muhakkak oda böyle bir şeyi yaşamıştır ya da büyüklerinden duymuştur. O yüzden filminde bu repliğe yer vermiştir.

televizyon, diziler, güncel

                                                     DİZİNİN SUYUNU ÇIKARMAK
     Dizileri devam ettirmek için senaryoları, saçmalaştırdıkça saçmalaştırıyorlar.  Ya artık her şey bitmiş, dizide anlatılacak bir şey kalmamış. Artık final yap, bitir değil mi? Ama o yok. Bir kere o dizi tuttu ya. Onu devam ettirebildikleri kadar devam ettirecekler. Yani millet olarak, her şeyde yaptığımız gibi bu dizi sektöründe de, işin suyunu çıkartmadan bırakmıyoruz. Sonra ne oluyor caaanım dizi. Hikaye saçmalaştığı için, reytingler düşüyor ve final yapıyor. İlk başladığı dönemde reytingleri alt-üst eden dizi, bir anda yayından kaldırılıyor. Yahu o dizinin böyle içler acısı bir sonuna, yönetmeni, yapımcısı, oyucuları nasıl katlanıyor? “Lan bi zamanlar, her bölümümüz olay olurdu. Şimdi bir anda yayından kalktık” demez mi? İnsana bu durum koymaz mı? Millet olarak şu her şeyin suyunu çıkarma huyumuzdan bir vazgeçsek, dizileri ağız tadında bitirebilsek. 

Anadolu Yakası kitabı hakkındaki yorumum...

     Kitap okumayalı, bir ay kadar olmuştu herhalde. Bir ara, Mustafa Kutlu’nun, Anadolu Yakası Nehir söyleşi kitabına başlamıştım. Bi 20 sayfa falan okuyup, bir köşeye bırakmıştım. Sonradan devam edememiştim, kalmıştı öyle. Son bir hafta, kitaba kaldığım yerden devam ettim. Ve sonunda kitabı bugün bitirdim. Kitapta bir gazeteci, bir televizyon sahibi ile röportaj yapıyor. Ama röportaj deyince, “Aman ne röportajı, okuyamam şimdi” demeyin. Çünkü bende öyle dedim. Ama kitabı okudukça anladım ki, olay öyle değil. Evet, röportaj var ama. Bir okuyun, o röportajın içinde birde neler var? Televizyon sahibi Muzaffer Gönül’ün, yani Muzo’nun, sinema ve televizyon sevdası var. Yine Muzo’nun, sinema setlerinden nasıl televizyon patronluğuna yükseldiği var.  
     Sosyal hayata dair, bugünkü aydın dediğimiz kişilerin nasıl olması gerektiğine dair, televizyonun kültürel yaşama etkisine dair, kısaca hayat var yani hayat. Ben zevkle okudum. Zaten kısacık bir kitap. 207 sayfa. Şimdi kitaptan çok beğendiğim bir bölümü paylaşmak istiyorum sizlerle. Muzaffer, İstanbul’a okumaya gitmiştir. Seneler sonra ailesini ziyarete gelir. Ve orada köyüyle özlemini giderir. Eski günlerine gider. Yazar Mustafa Kutlu, burayı çok iyi anlatmış. Bende bu bölümü seçtim sizinle paylaşmak için.
anadolu yakası, mustafa kutlu, okuduklarım

     Camiden çıktık. Baba ben biraz dolaşacağım dedim. İyi dedi, geç kalma.
     Köyden çıktım kendimi artık ekilmeyen tarlalara, göz alabildiğine uzanan topraklara vurdum.          Bizim köy de boşalıyordu. Gençler gurbete gidip dönmüyordu, tarlaları ot kaplamıştı.
     Kuru otlar bastıkça çıtırdıyor, her birinden ayrı bir koku yükseliyordu. Dağdan gelen serin yel kekik kokuyordu. Yürüdüm, yürüdüm. Eskiden kuzu otardığımız yerlerden geçtim. Yemlik yedim, kuzu kulağı kopardım. Önümde ufuk. İşte bu, şehirde görülmeyen bir şeydir. Şehirde binalar, arabalar, kalabalık insanın üzerine gelir. Onu sindirir, bir zavallı kılar. Bu düzlük öyle değil, kendini özgür hissediyorsun. Sanki kollarını kaldırsan uçacaksın.
     -Abi film çekmeye başladın sen. Tarkovski oldun sanki.
     -Olurum, bir mani mi var?
     -Olursun inşallah.
     -Evet, dönüp geldim. Doğru mezarlığa. İri meşelerden birine sırtımı dayadım. Dualar ettim. Meşe yapraklarının kurumuş olanları, esen yelle ağır ağır mezarlar üzerine dökülüyor. Yaprak da fani, insan da.
     -Ama yaprak baharda yeniden çıkıyor be abi.
     -O yaprak eski yaprak değil. Bir babanın oğlu gibi. Baba toprağa karışıyor, oğlan hayatı sürdürüyor, Cenab-ı Hakk’ın kanunu bu.
     Bir çayır kuşu öttü. Bir daha öttü.
Gözümden yaş damladı. Bilmem neden?
    -Abi bu çok mühim. Neden ağladın?
    -Cevabı yok. Her yan metafizik. Hayat, ölüm, yaprak, kuş. Kimse bir şey açıklayamaz. İnsan orada aciz olduğunu anlıyor ve inancı varsa dua ediyor.
Dua insanın Allah’a en yakın olduğu an.
Belki bu sebepten gözlerimden yaş geldi.

Çocuk olup, karne almak vardı...

     Bugün karne günüymüş. Karne günü olduğunu öğrendiğimde, “Şimdi çocuk olmak vardı. O karne heyecanını yaşamak. En önemlisi çocuk olmak. Büyük olmamak, üzerinde hiçbir sorumluluk olmaması ve hayatın en temiz halini görmek vardı” dedim. Büyüyünce bütün büyü bozuluyor be. Kötülükleri, iğrençlikleri görüyorsun. Öyle insanlarla karşılaşıyorsun ki. Kötü, dedikoducu, hırsı gözünü kör etmiş, menfaati için her şeyi yapabilecek insanlarla. Ve sen bu tip insanlarla beraber, yaşam savaşının içine giriyorsun. Ekmek kavgasına giriyorsun. Hayatla uğraşmak yetmiyor, birde böyle tiplerle uğraşmak durumunda kalıyorsun. İşte böyle yaşayıp giderken, aynı şarkıdaki gibi, “Ben yoruldum hayat, gelme üstüme” diyorsun. Şaka maka hayat beni de yormuş be.

karne günü, çocuk olmak, şiir yazmak, pınar altuğ, çocuklar duymasın, güncel
                                                   
                                              SLOV ŞARKILAR OLMADAN OLMAZ
     Yalın, katıldığı Beyaz Show programında söylemişti. “Ben şarkı yazarken televizyon açık olacak. Ben öyle şarkı yazabiliyorum” diye. O an Beyaz, bununla dalga geçen bir espri yapmıştı ama şimdi hatırlamıyorum. Ama ne garip değil mi? Televizyon açıkken şarkı mı yazılır? İnsan nasıl konsantre olur, televizyon açıkken şarkı yazmaya? İşte her sanatçının üretim şekli farklı. Herkesin kendine göre bir tekniği vardır. Mesela ben. Eğer bir şiir yazacaksam ya da aşkı anlatan bir yazı, muhakkak slov şarkılar dinlemem lazım. Şiir yazarken sessizlik benim moralimi bozuyor aksine. Özellikle aşk şiirleri yazarken. O havaya girmem lazım. İşte o havaya girmemi sağlayan da slov şarkılardır.
                                                                 EFSANE DİZİYDİ
     Pınar Altuğ, İnstagram hesabından Çocuklar Duymasın  ekibinin toplu bir fotoğrafını paylaşarak, Çocuklar Duymasın’ın başlayışının 15. Yılını kutlamış. Pınar Altuğ çok duygusal bir kadın. Böyle şeyleri hiç unutmaz. O yüzden bu paylaşımı beni hiç şaşırtmadı. Çocuklar Duymasın, benim de favori dizilerimden biriydi. İlk Tgrt’deki bölümlerini hatırlıyorum. Belki aranızda Tgrt’deki o bölümleri izlemeyenler olabilir. Onlara tavsiyem ilk fırsatta internetten baksınlar. O zamanlar, Tgrt diye bir kanal vardı tabi. Hatırlamayanlar olabilir. İşte o Tgrt satıldı. Şimdiki Fox oldu. Tgrt’den sonra Atv’ye geçti. Bence en güzel bölümleri de Atv’de olanlardır. Sonra Star’a falan gitti. Anlatacak bir şey de kalmamıştı zaten. Bir ara Fox’da yayınlanıyordu. Tutmadı, son verdiler. Çocuklar Duymasın dendiğinde, yüzümde hep bir gülümseme belirir. Güzel bir diziydi be.

Notlarım #5...

     Küçükken, tekerlemelerle aram pek iyi değildi. Gerçi şimdilerde de pek iyi olduğunu söyleyemem. Çocukken en çok tekrar ettiğimiz, yani popüler olan tekerlememiz, “Şu köşe kış köşesi, şu köşe yaz köşesi, ortadaki su şişesi”ydi. Yavaş yavaş söyleyince bir problem yokta, hızla söylemeye başlayınca takılıyorum. Hala bu yaşta bile hızla tekrar etmeye çalıştığımda takılıp kalıyorum. Peki siz bu tekerlemeyi hızlı bir şekilde, teklemeden söyleyebiliyor musunuz? Bugün günlerden çarşamba. “Yani ne anlamı var?” diyeceksiniz. Çarşamba akşamları bizim için Poyraz Karayel akşamlarıydı. Bu çarşamba, Poyraz Karayel’siz ilk çarşambamız. Bir hafta oldu ama hala, “Keşke Ayşegül’ü öldürmeselerdi be” diyorum.

tekerleme, televizyonda tartışmaya davet etme, mehmet topal, güncel, notlarım
                                     
                                         TELEVİZYONDA ÇIK KARŞIMA
     Ya bizim şu siyasetçilerin de şu televizyon sevdalarını bir türlü anlayamadım gitti. Bir şey oluyor, televizyonda tartışmaya çağırıyorlar sanki düelloya çağırır gibi. Hep bu televizyon çağrılarını yapanlar da muhalefette olanlar. Ya sanki sen çağırdın diye adam çıkıp gelecek mi televizyon programına. Ya artık bırakın ağızda sakız olmuş bu televizyonda düello çağrılarını. Sen söyleyeceğini yine söyle kardeşim. Ağzını tutan mı var? Muhalefetini yine yap. Televizyonda söyleyeceğini yine söyle. Star’da yeni bir dizi başladı. İstanbul’lu Gelin diye. Özcan Deniz’den pek hoşlanmıyorum. Ama önyargımı bir kenara bırakıp izledim. Daha kızla tanıştıkları kaç gün olmuş. Hemen Leyla ile Mecnun gibi aşık oldular. Birinci bölümün sonunda, annesinin karşısına evlenmek istediği kızı alıp çıktı.
                                   HAKEM FUTBOLCUYA MI SORARMIŞ YA
    Sanki her şey çok basit gibi oldu. Hiç olmazsa birkaç bölüm böyle gitseydi de, daha sonra hayatının aşkı konumuna gelseydi ya. Bu hafta futbol dünyası yine el tartışmalarına daldı gitti. Beşiktaş’ta Atınç, Fenerbahçe’de ise Mehmet Topal el ile oynadılar diye yer yerinden oynadı. Mehmet Topal’ın pozisyonunda hakem gitmiş Mehmet Topal’a sormuş, “El var mı yok mu?” diye. Abi bu futbolculara sorma adeti nerden çıktı ya. Sen hakemsin. Gördüğünü çalacaksın. Artık her pozisyonda futbolculara sorulacaksa işimiz var demektir. Merkez Hakem Komitesi hakemleri uyarmalı bu tür pozisyonlar için. Bu futbolculara sorma işi dallanıp budaklanmadan bir an önce ortadan kaldırılmalı.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/laptop-remote-working-writing-typing-7114/
     

Otobüslerdeki televizyon işkencesi...

      Hafta içi Balıkesir'e gittim. Çok sevdiğim otobüs yolculuğu yaptım. Ama şu otobüs televizyonları yok mu? İnsanin sinirini bozuyorlar. En iyi otobüs sirketinde de aynı. En düşük kalitelisinde de. Madem bu televizyon işini yapamayacaksınız. Kaldırın o zaman. Boşuna otobüslerimiz televizyonludur diye de reklam yapmamış olursunuz. Görüntü namına bi şey yok. Hep sinyal yok yazısı karşınızda. Videolar desen. Sesi çıkmıyor. Tam bir işkence yani. Yol kamerası bile doğru dürüst çalışmıyor.
             TAM ÇEKİYOR DEDİK
       Sözde gelişmiş en kaliteli otobüse bindik. Çarşamba gecesi. Poyraz Karayel var. Hem onu izlerim. Hem de vakit çabuk geçer dedim. Dedim ama. Hevesim kursağımda kaldı. Hemen açtım televizyonu. Hah çekiyor dedim. Kulaklığı bir taktım. Ses gelmiyor. Başka bir kulaklık taktım. Ses yine yok. Televizyon ölmüş, ölmüş. Muavine sordum. "Herhalde hocam" dedi. Umrunda değil. Neyse kulaklığı diğer ekrana taktım. Görüntüyü önümdeki televizyondan izledim. Bu sefer cd takılır gibi görüntü takılmaya başladı. Başlarım televizyonuna dedim. Kapattım.
             MOLADA ÇEKİYOR
      Moladayken bi deneyim dedim. Çekiyor. Yoldayken çekmiyor. Otobüs dururken çekiyor. Dikkat ettim. Kimseden de bi ses çıkmadı. "Kardeşim bu nasıl iş. Tv çekmiyor" diye. Bireysel olarak belki bi kaç kişi söylemiştir. Onu da anlamam zor tabi. Biz de ortak hareket etme diye bir durum yok. Sorgulamak yok. Çekerse izlerim. Çekmezse bakmam. O kadar. "Toplum olarak neden böyleyiz?" diye biraz sorgulama yaptım. İşin kötüsü; telefona hiç dokunamadım. Bu şarj yüzünden. Saatte bir girdim. O da iki üç dakikacık. Sonra bende uyudum.

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Sevgili günlük #8...

     Sevgili günlük, bugün benim için bomboş bir gündü. Hiçbir şey yapmadan öylece boş boş oturdum. Şu tatil günümde ne bir kitap okudum, ne de bir film izledim. Yani kendime hiçbir şey katmadım. Televizyon ve internet arasında sıkışıp kaldım. Ama ikisinde de totoyu kıpırdatmadım. Hareket etmeden bir gün geçirdim. Sağlık için hareket etmek ne kadar da önemli oysa. İnternette dakikalarca o sosyal medya senin, bu sosyal medya benim, dolaştım durdum. Tabi bu oradan oraya atlayışım hiçbir şey kazandırmadı bana. Örümcek korktun mu diye meşhur olan bir video var. Ona baktım. Onun nasıl çıktığına baktım. Ve onun hakkındaki yorumları izledim Youtube kanallarında.

sevgili günlük

     Sevgili günlük, artık bu zamanda fenomen olmak ne kadar da kolay. Kim derdi ki bir kız çıkacak. “Örümcek korktun mu?” deyip fenomen olacak. Zamanında yabancılardan biri bir şey söylemiş. Adamın adı gelmiyor aklıma. “Herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak” demiş. Bunları gördükçe, “Adamın kehaneti haklı çıkıyor” diyorum. Televizyon desen onda da bir şey yok. Ama Seda Sayan’a helal olsun. Kadının kaç programı kaldırıldı. Hala program yapıyor. Seda Sayan’a dediğim Helal olsunu geri alıp, Show tvye veriyorum. Show tvnin bu inadı nedir böyle? Anlamak mümkün değil. Evde kalıp televizyon izlemek tam bir çılgınlık. Bomboş bir günden şimdilik bu kadar sevgili günlük.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/typing-on-the-tablet-5838/


Aklımdaki her şeyi yazdım...


     Saat 23:34 oldu. Yatma saati geliyor. Ama ben hala hiçbir şey yazamadım. Bembeyaz bir ekran duruyor karşımda. Bu bembeyaz ekranı kelimelerle doldurmam lazım. Ramazan ayı bittikten sonra abur cubur yememe kararı almıştım. Ama her zamanki gibi aldığım bu karara da uymadım. Yine abur cuburcu oldum. Yatmak istemiyorum aslında. Çünkü yarın iş var. Uyursam hemen sabah olacak ve yine iş başlayacak. Acaba bu kişisel gelişim zımbırtılarından çok mu etkileniyorum? Sevdiğin işi yapmak olayı falan işte. Neyse bu konuyu burada kapatayım. Daha fazla yazmak istemiyorum bu konu hakkında. Ben sadece müzik dinleyemiyorum. Ne demek istiyorum yani? Yani ben oturup sadece müzik dinleyemem. Müzik dinlerken illa bir şeyler yapacağım.

     Tıpkı şu an gibi. Hem bilgisayardan yazı yazıyorum hem de müzik dinliyorum. Televizyon izlerken de sadece televizyon izlemekle kalmıyorum. Bir yandan da elimde telefon orayı burayı geziyorum. Sadece bir işle uğraşamamaya ne deniyor acaba? Sizde böyle bir durum var mı? Boş durmak da iyi bir şey değil. İnternette vakit geçir, blog oku, blogda yazını yaz, Youtube videolarına bak. Hepsi bitiyor. Yapacak bir şey kalmıyor. Ve insan patlamaya başlıyor sıkıntıdan. Hani boş durana şeytan iş bulur diye bir söz var ya. Gerçekten öyle oluyor. İnsan psikolojik olarak bunalıyor.

     Google, Blogger’da bir güncellemeye gidiyor. Nedense Google’ın, Blogger üzerinde yaptığı hiçbir değişiklik biz kullanıcılarını memnun etmiyor. Ya, doğru dürüst bir şey yapmayacaksınız hiç dokunmayın kardeşim. Google’ın, Blogger’a karşı olan özensizliğini anlayamıyorum bir türlü. Bir yerde okumuştum. Bir tane Blogger kullanıcısı buna benzer bir şey demişti. O zamanda anlamıştım hissiyatını. Ama şu anda o hissiyatı derinden hissediyorum. Çoğu kişi bir sahil kasabasına yerleşmek ister emekliliğinde. Ya da köyüne yerleşmek ister. Bunu dile de getirir. Acaba bu sadece dilimizde mi? Yani bunu gerçekleştirmek imkanı olsa bunu söyleyen kişiler arkalarına bakmadan şehirden köye ya da o sahil kasabasına göçebilirler mi? Artık bu devirde sadece konuşuyoruz. Ama icraat yok. Bununla yüzleşelim mi?

     Gerçekten bu insanlık niye paylaşamıyor bu koskoca dünyayı? Bu dünyadaki zenginlikler herkese yeter. Ne yapıyoruz, nasıl başarıyoruz da kimileri açlıktan ölüyor? Kimileri sefalet içinde yaşıyor. İşte bu sorunun cevabı, bu dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu gösteriyor insana. Soğuma geliyor insana bu dünyadan, insanlardan. Farkında mısınız? Gerçek hayatta bir kişi yaptığında rahatsız olacağımız bir şeyi televizyon ekranında gördüğümüzde gülüyoruz. Gülmemiz o şeye onay vermek anlamına gelmiyor mu? Eğer bir şey gerçek hayatta yapıldığında kötü bir şeyse, onun mizahı yapılırken de kötü değil midir? Bunları izlediğimde bende şöyle bir düşünce uyanıyor: İşte bunu yap ve gemini yüzdür.

     Şimdi bununla ilgili somut bir örnek veremedim, aklıma gelmedi. Bu dediğimi unutmayın. Çok Güzel Hareketler Bunlar’a bakarken ya da Güldür Güldür Show’a bakarken bu gözle değerlendirin birde. Belki o örneği siz bulursunuz ve burada yorumlara yazarsınız. Yazımın sonunu da şöyle yapmak istiyorum: Yazıya başlarken bu yazdığım konulardan hiçbirini yazmak istemiyordum. Ama baktım ki yazacak bir şey yok, bulamadım. Mecbur aklıma ne geldiyse onu yazmaya başladım. Bir şeylere bir yerden başlamak lazım. Yazmak için kendimi biraz zorlamak. Bakalım zorlayınca neler çıkartacağım ortaya? Belki de hiçbir şey çıkmayacak ortaya. Bunu deneyip görmek istiyorum. O yüzden zorluyorum kendimi. Bakalım bu uzun yazı yazma isteği ne zamana kadar devam edecek?


İnsanlara sadece umut veren bir televizyon kanalı kurardım...

 

ümit etmek

Elimde imkan olsa bir televizyon kanalı kurardım. Sadece güzel ve iyi haberler verirdim. Hiç üçüncü sayfa haberi yapmazdım. Devamlı insanlara umut aşılayan filmler koyardım. Canı sıkılanların, umut etmek isteyenlerin adresi olurdum.

TRT 1’DE OLSAYDI NE DEĞİŞİRDİ?

Gassal, Tabii platformu yerine TRT 1’de yayınlansaydı ne olurdu? Muhtemelen ortalama reytinglerle biter giderdi. Bir anda reytinglerde de patlayabilirdi gerçi. İzleyicinin hangi diziye, nasıl tepki vereceğini kestirmek zor oluyor. Ama bu kadar çok popüler olmaz ve ülkenin gündemine yerleşmezdi bence.

KANADA’YA TAKAN TRUMP…

Donald Trump bu sefer de Kanada’ya sarmış. Gelin bize katılın deyip duruyor. Bunun için devamlı açıklamalar falan yapıyor. Kardeşim siz de reddedin şu adamın teklifini. Kessin ümidini. Benden sana yar olmaz deyin.

NOSTALJİK METRO…

Uzun zamandır Ülker Metro yemiyordum. Evet, tadını özlemişim ama tekrar tekrar almam. Arada böyle nostalji yapabilirim.

KEDİ VE KÖPEKLERİN RÜYALARI…

Kediler ve köpekler rüyalarında gün içinde yaşadıkları şeyleri görüyorlarmış. En azından tahminler bu yönde. Bence mantıklı. Daha ne görecekler ki?

GİRİŞİMCİ OLMAK YA DA OLMAMAK…

Girişimci olmayı hiç düşünmedim. Hiç aklımın ucundan bile geçmedi. Bu da popüler bir mevzu artık. Girişimci olmak. Ama ben yine de aklımdan geçirmiyorum.

BİTMİŞ BİR ADAM…

Nejat İşler’in devamlı röportaj vermesinden ve saçma saçma konuşmasından gına geldi artık. Kendini bitirmiş bir adam görüyorum onda.

EVRENİN GENİŞLEMESİ YİNE HIZLANMIŞ..

Evrenin genişlemesi bir ara yavaşlamış sonra yeniden hızlanmış. Bu yeniden hızlanmanın nedenini karanlık enerjiye bağlıyorlar. Tabi sadece bir tahmin bu. Şu evrenin gizemini çözemeyeceğiz galiba ya.

Neslican Tay ile ilgili beni derinden etkileyen iki söz…

Hayat devam ediyor…


Kendimi olduğum gibi kabullenmemekte ısrar etme...

     Bazen başkasının gözüyle bakıyorum kendime. Kendimi kıyasıya eleştiriyorum. Kendimi çok değersiz görüyorum. Sonradan da, “Niye olduğum gibi kendimi kabullenmemekte ısrar ediyorum?” diye soruyorum kendime.  

AYÇİÇEK YAĞI GEMİLERİ GELDİ AMA… 

     Rusya’dan gelen ayçiçek yağı gemileri İstanbul’a ulaşmış. Bu haberi Whatsapp’tan arkadaşlarla paylaştığımda, “Ne günlere kaldık. Yağ gemilerinin yolunu bekler olduk” dedi. Bir başka arkadaşım ise, “Gemilerin gelmesi bir şeyi değiştirmiyor ki. Önemli olan yağ fiyatları düşecek mi?” dedi. “Fiyatların düşmesi ile ilgili bir haber okumadım. Ama muhtemelen daha da zamlanır” dedim. Her şekilde zamlanıyor çünkü.

BARCELONA MAÇINI BEKLİYORUZ…  

     Galatasaray içeride Beşiktaş’ı 2-1 yendi. Galatasaray’ın gollerini Kerem Aktürkoğlu attı. Şimdi nefeslerimizi tuttuk, Perşembe günü oynanacak olan Barcelona maçını bekliyoruz.

TELEVİZYON BİZE KALINCA…

     Bu akşam televizyonda izlenecek bir şey bulamadılar bizimkiler. Böyle olunca da televizyon biz erkeklere kaldı. Galatasaray-Beşiktaş maçını takip ettik A Spor ve TRT Spor’dan.

İLETİŞİM ÇAĞINDA İLETİŞİMSİZLİK…

     İletişim araçları yaygınlaştıkça, yakınlarımızla olan iletişimden uzaklaştık tarzında bir şeyler okudum bir yerde. Ne kadar teknoloji, o kadar insani değerlerden uzaklaşma bana göre de.

ALIŞKANLIK EDİNMEYE ÇALIŞIRKEN BEN…

     Kendime yeni alışkanlıklar edinmek için her gün onları tekrarlamaya çalışıyorum. Ama bir noktada, “Başlarım alışkanlığına” deyip kafama göre takılmak istiyorum.

ÜLKEMİZİN GÜVEN SORUNU…

     Ülke insanı olarak birbirimize hiç güvenmiyoruz. Acaba diğer ülkelerde de böyle bir durum var mıdır?

HAFTA SONU YİNE KAR VARMIŞ…

     Perşembe gününden itibaren yine kar gelecekmiş. Şimdiden karlı geçecek bir hafta sonuna hazırlıklı olun.

SESLİ OKUMA ALIŞKANLIĞI…

     Kelime dağarcığını artırmak ve doğru telaffuz için sesli kitap okumayı öneriyorlar. Bir ara alışkanlık haline getirmeye çalıştım ama olmamıştı.

          

    

Kaan Sekban'dan efsane dizilerin tekrar yayınlanması için televizyon kanallarına çağrı...

Kaan Sekban
foto kaynak: Kaan Sekban İnstagram hesabı

     Kaan Sekban kendi İnstagram hesabından yaptığı paylaşımda televizyon kanallarına seslendi. Paylaşımında yer alan kanallar ise TRT 1, Star ve Atv oldu. Ve bir döneme damga vurmuş ve efsaneler arasına girmiş dizileri tekrar yayınlamaları çağrısında bulundu. Bu diziler arasında yayınladıkları zamanda izlediklerim ise: Yedi Numara, Avrupa Yakası ve İkinci Bahar.

Seyircisini aptal yerine koyan program...

             BJK-TS maçı bitmiş.Üzerinden saatler geçmiş.Ben maçı izlememişim.TRT SPOR’da Futbol Arenası programında da maçın özetini yayınlamışlar.Baktım TRT 1’de Stadyum başlayacak.”Şanslıymışım.Şimdi hemen maçı yayınlarlar”dedim.On dakika falan başlamasını beklemişimdir.Neyse program başladı.Ersin Düzen zaman kaybetmeden maça geçecek diye düşünüyorum.Normali de bu değil midir?Ama Ersin Düzen anormal olanı yaptı.Ve o kadar izleyiciyi aptal yerine koyarak.Gün içindeki diğer maçları yayınlamaya geçti.
             Kusura bakma da bu yapılacak iş mi?Bu nasıl bir televizyon anlayışıdır.Hem de devlet televizyonunda.Adı üstünde devlet televizyonu.Görevi para kazanmak olmayan.Sadece toplum yararına yayın yapmayı amaçlayan devlet televizyonu.İşte böyle olması gereken TRT, özel televizyonlar gibi ucuz bir numara yaptı.Ekran başındakileri sırf biraz daha tutabilmek için önce diğer maçları yayınlamaya geçti.

            Benim de moralim bozuldu.Zapladım başka kanala geçtim.İnanamadım ya.Devlet televizyonu bu ucuz numaraları nasıl yapar?Televizyon başında bekleyen o kadar insanı nasıl aptal yerine koyar.TRT,bu kadar ucuz numaraların yapılacağı bir yer değildir.Yahu ilk yayını sen yapacak olsan yine anlarım.Ama TRT SPOR’da yayınlanmış sen daha neyin peşindesin?


blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com


Gerçek dindar, dinini her zaman sorgulamalıdır diyen felsefe...

     Portal diye yeni bir YouTube kanalı keşfettim. Felsefi videolar yayınlıyorlar. Herkesin anlayacağı bir dilde, bilgilendirici. İşte o kanalda bugün Kierkegaard felsefesini anlatan bölümünü izledim. Bu filozof ile ilk defa tanıştım ve felsefesi de çok ilgimi çekti. Kierkegaard felsefesine göre, insan inanmalı ama yine de dinini sorgulamaya devam etmeli.

     Hatta bu felsefeye göre esas dindar, dinini sorgulayan kişidir. Anksiyete hakkında da ilgi çekici bir görüşü var bu felsefenin. Mesela yüksekten korkmamızın nedeni, düşüp ölecek olmamızdan dolayı değil, bir yanımızın atlamayı istemesinden dolayıdır. Bu anksiyeteye neden olmaktadır.

LEYLA İLE MECNUN FRAGMANI NELER HİSSETTİRDİ?

     Leyla ile Mecnun’un tekrardan başlayacak olan yeni bölümlerinin fragmanını izledim. Şu anda trend videolarda 3.sırada YouTube’da. Tüm kadro toplanmış. Fragmana bakarak, eski Leyla ile Mecnun’un aynı tadının olduğunu söyleyebilirim. Şok bir not ise: Erdal Bakkal kağıt toplayıcısı olmuş ya da evsiz olmuş. Onun ayrımına varamadım. Erdal Bakkal’ın upuzun saçları da dikkatimi çeken bir başka noktaydı.

     Masal kahramanı Rapunzel gibi olmuş saçları. Erdal Bakkal boş olduğu için oraya yıkıp, bina yapmayı düşünüyor Yavuz. Bu fikir sanırım size hiç yabancı gelmemiştir. Nerede boş bir arsa görsek hemen apartman dikmek istiyoruz. Bu kısacık fragman bile bana eski Leyla ile Mecnun’u izliyormuşum hissi verdi. Galiba bu yeniden çekme denemesi başarılı olacak gibi. Güzel bölümler bekliyor bizi.

KİŞİSEL GELİŞİM ÖNERİSİ: ANA HABER İZLEMEYİ BIRAKIN…

     Bugünkü yazı konularının hepsi izlediğim YouTube videolarından çıktı. Bu videolardan birisi de Beyhan Budak’ın, kişisel gelişim için 15 pratik öneri verdiği videosuydu. Bu 15 tane pratik öneriden birisi ana haber bülteni izlemememizle ilgiliydi. Kendisi yıllardır ana haber bülteni izlemiyormuş. Televizyon desen zaten yok. Hikmet Anıl Öztekin’den de duymuştum bu televizyon izlemeyi bırakma muhabbetini. Bu kadar kişi televizyonla ilgili bu kadar şey söylüyorlarsa elbette bir bildikleri vardır.

     Televizyonu tamamen izlemeyi bırakabilir miyim bilmiyorum ama şu ana haber bültenlerini izlemeyi bırakmayı ciddi ciddi düşünmeye başladım. Çünkü hayatın hep kötü yanlarını gösteriyorlar. Sen bu kötü yanlarını gördükten sonra gelecek için nasıl hayal kurma isteği bulacaksın ki içinde. İşte tam da bunu anlatıyor Beyhan Budak. Bunu bir düşünelim derim.

 

 

 

Gazete okunacak 5 mekan...

     Takip ettiğim köşe yazarlarını internetten de okuyorum ama gazeteden okumanın yerini tutmuyor.Gazeteyi hele ki küçük çaycılarda,kahvelerde okumak çok güzel oluyor.Kendimi o tarih kitaplarında gördüğümüz mekanlarda hissediyorum,oralarda gazete okurken.Ya da Anadolu’yu karış karış gezen programlarda röportaj yapılan o nostaljik kahvelerde hissediyorum.Kendimi bildim bileli eskiye,nostaljiye özlemim vardır.
     Bizim burada,yani Düzce’de uğrak iki caddemizden biri olan Gaziantep Caddesi’nde küçük bir çaycı var.Caddeden geçerken göremiyorsunuz.İçeride kalıyor.Ufacık bir çayhane.Üç dört masa var.Karşıda televizyon.Ve masalarda aşağı yukarı her gazete var.İstediğin gazeteyi seç seç oku.Çayhanede de devamlı bir koşturma oluyor.Diyafondan devamlı çay isteyenlerin sesi geliyor.”Şuraya üç çay” yok “Buraya beş çay biri açık”gibi.

      Bu örnekte anlattığım gibi gazete okumayı sevdiğim mekanları paylaşmak istiyorum.Bunlar beş tane;
1)Küçük çaycıda gazete okumak(Ya da çayhane)
2)Kahvehanede gazete okumak
3)Yaz sıcağında parkın gölge yerinde cıvıl cıvıl sesler arasında gazete okumak
4)Evdeki koltuğuma uzanıp rahat rahat gazete okumak
5)Eczanede ilaçları beklerken gazete okumak
        Bunların hepsinde de ortak bir nokta var ki o da gazetenin kendine has kokusu.


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

Twitter kapanır mı?

Twitter kan kaybediyormuş diye bir haber okudum. Belki kaybetmiş olabilir. Ama bu kapanacağı anlamına gelmez. Şu anda Twitter’ın yerini alabilecek bir platform yok.

YARIDA KİTAP BIRAKMAK SIKTI BENİ…

Ayaşlı ile Kiracıları kitabını okumaya devam ediyorum. Nasıl gidiyor bilmiyorum ama okuyorum işte. Yarıda kitap bırakmaktan sıkıldım çünkü.

EYT İLE EMEKLİ OLANLARIN GÖZÜ AYDIN…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, EYT ile ilgili açıklama yapmış. Yaş sınırı yokmuş. Herkes emekli olabilecekmiş. Emekli olanlara, “Hayırlı olsun” diyorum.

HADİSE İLE HASAN CAN MI?

Hasan Can Kaya ile Hadise aşk yaşıyormuş. Şimdi de magazine el attım dostlar. Son zamanlarda Hadise hakkında düşüncelerim çok değişti. Bu ilişki gerçekse bile evliliğe gideceğini düşünmüyorum.

HANGİ ÖZELLİĞİ KENDİSİNİ SEVDİRDİ Kİ?

Bir tane astrolog televizyonda açıklama yapmış. “Mansur Yavaş aday olursa kesin kazanır” demiş. Ben buna bir yorum yapmayacağım da şunu söyleyeceğim: Mansur Yavaş nasıl oldu da çoğunluğun sempatisini kazandı acaba?

MUSK, SOSYAL MEDYAYA DALDI, MARSI FALAN UNUTTU HERHALDE…

Elon Musk, Twitter’dan sonra bir tane daha sosyal medya platformunu almaya hazırlanıyormuş. Bu gidişle Elon, Marsı falan bir kenara bırakıp kendini sosyal medya dünyasını adayacak gibi.

ARTIK YÜZLERİNE BAKMADIĞIM FUTBOL OYUNLARI…

Bir ara telefondan futbol oyunları oynuyordum. Her gün ama. Gün gelip bir sıkıldım. Şimdi yüzlerine bakmıyorum oyunların. Silmedim de ama. Gün gelir tekrar canım oynamak ister diye.

RECEP İVEDİK, ŞAHAN’I SANATÇI YAPAR MI?

Türkiye’nin en beğenilen sanatçıları arasında Şahan Gökbakar da varmış. Bir tanesi bu paylaşımın altına, “Sadece Recep İvedik’i çekmesi Şahan’ı sanatçı mı yaptı?” diye sormuş.

Bu yorumu okuduğumda, “Hakikaten de öyle” dedim. Ama şu var ki, Şahan yaptığı televizyon programı Dikkat Şahan Çıkabilir ile parladı. TV8’den Atv’ye geçti. Adından çok söz ettirdi.

Bir çok karakteri oynadı. Oynadığı onca karakter arasından Recep İvedik çok sevildi. O da onun filmini yaptı. O da gişeye damga vurdu. Hala en çok izlenen film o. Bu adam buralara oyunculuğuyla geldi. İstediğinde bir çok karakteri oynayabildiğini gösterdi. Yani Şahan, sanatçıdır bence.

 

Cüneyt Özdemir ve Nevşin Mengü neden çok izleniyor?

     Nevşin Mengü ve Cüneyt Özdemir’in son günlerde YouTube videoları baya izlenmeye başladı. Çünkü millet televizyon kanallarından haberleri öğrenemiyor. Gündemi Twitter’dan takip ediyor. Sonra da Cüneyt ve Nevşin’in yayınlarına koşuyor. Ortalık yıkılırken haber kanalları görmezden geliyor ya. Olduğum yerde tepinesim geliyor.

Nevşin Mengü Cüneyt Özdemir
foto kaynak: unsplash.com

KORONA İÇİN BİR YILIMIZ DAHA MI VAR?

     İspanyol gribi iki yıl sonunda ortadan kalkmış. Korona da dünya çapında bir grip olduğu için ve bitiş süresi için de İspanyol gribini örnek alırsak. Daha bir yılımız var. Bu süreyi arttıran çok gördüm de azaltana rastlamadım daha. Kimi 2022 sonbahar diyor, kimi 2024 başları.

BUNCA OLAY YAŞANMIŞKEN…

     Bazı ünlüler hala kripto para borsalarının reklamlarında oynuyorlar. Ne kadar güvenirseniz güvenin. Bence bu aralar hiçbir para borsasının reklamında oynamayın. Sonra millet, “Sana güvendik de girdik” derler. Suçun olmadığın halde.

Sabaha kadar oturduğum geceler...

         Sabahın 06:30’u.Ve ben bu saate kadar hiç uyumadım. Sabah kalkıp gidecek bir işim yok ki. Onun için oturabildiğim kadar oturuyorum. Yıllar öncesinde de böyle otururdum sabahlara kadar. O zamanlar yine çalışmıyordum. Gece NBA maçları olurdu. Onları izlerdim. Olmadı tartışma programları. Futbol tartışma programlarını da izlerdim ama genelde siyasi tartışmaları izlerdim. Çünkü her gece futbol tartışma programı olmazdı. Gerçi şimdi de olmuyor.

        Çay yapardım kendime.1-2 bardaklık. Benim içeceğim kadar. Geçerdim televizyonun karşısına. Oh keyfime diyecek yoktu. Televizyonumuzun tam karşısında bir koltuğumuz vardı. Kurulurdum ona. Bazen ayaklarımı uzatırdım. Kafamı da koltuğun kulpuna koyardım. Sanki koltukta değil de bir bahçedeki hamakta yatarmışım gibiydi o halim.


sabahlara kadar oturmak
foto kaynak: unsplash.com

        Bazı geceler babam eşlik ederdi bana. Bazen de kardeşim. Ama genelde babam olurdu yanımda. Çok seyrekte üçümüz beraber olurduk. Bir de futbol tartışma programı açmışsak. Ev tam bir kahvehane gibi olurdu. Futbol sohbeti gırla giderdi. Hepimiz heyecanla lafa girip kendi düşüncemizi söylemek için bir aslanın avını beklediği gibi beklerdik. Gerçekten o konuşmalarımız şu an bile lafı edilmeye değer konuşmalardı. Zevk alırdık konuşurken. Sanki hepimizin ağzından bal damlardı.

        O gecelerde sabahlara kadar kim bilir kaç defa NBA maçları izlemişimdir? O kadar ki günlük olarak maç saatlerini takip eder hale gelmiştim. O zamanlar Mehmet Okur hala oynuyordu. Bir de Hidayet Türkoğlu vardı işte. İki kişicik. Gerçi şimdi de fazla yok. NBA’de oynayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu ülke neden basketbolcu yetiştiremiyor? Bunu sorumluların başlarını iki ellerinin arasına alarak düşünmeleri gerekir.

         Televizyon başında, ”Haydi Hido, Haydi Memo” derdim. Sanki televizyondan değil de basketbol tribününden maçı canlı canlı izliyormuşum gibi. Bazen maçlar sabah 06:00’da ya da 07:00’de başlıyordu. Hale bakın. Biz daha yeni kalkarken adamlar basketbol oynuyorlar. Tamam bu doğal bir şey ama. İnsan yine de garipsiyor.

         İnsan öyle geceyi ayakta geçirince yarasa gibi oluyor. Işıktan kaçıyor. Doğru yatağa koşuyor. Ama o uykunun hiçbir faydası olmuyor. Çünkü gece uykusu başka. Gece uykusunun yerini tutmuyor. Böyle sersem sersem dolaşıyorsun ortalıkta. Ruh gibi. Birileri ruh çağırsa hemen seni gönderirler. O kadar yani.

         Böyle gecelerin sabahlarında dışarı çıkıp hava almak gibisi yoktur. Şöyle derinden derinden çekersin nefesini. Ciğerler bayram eder yani. Sabahın o havası insanı kendine getirir. Ne var ki bu da geçicidir. Tekrar içeriye girdiğinizde bir zaman sonra uyuşturucu içmiş de kafanız dumanlanmış şekline yine geri dönersiniz. Bir yandan da yarın ki gece için ne yapacağınızı planlamaya başlarsınız. ”Hangi tartışma programları var? NBA maçı var mı? ”Böyle kafanızda bin tilki dolaşır da, hiç birinin kuyruğu birbirine değmez.

          Öyle gecelerde daha önce izlemediğim, peşin hükümlü olduğu dizileri de izlerdim. Hiç bir önyargım olmadan. Böyle yaparak Kapalıçarşı diye bir dizi vardı. Nejat İşler’in oynadığı. Onu keşfettim. Sonra sıkı bir takipçisi olmuştum o dizinin. Peki siz neler yapıyorsunuz böyle gecelerde?

Diziler ve kitap arasında geçen bir gün...


     Dün Fringe’in 3’üncü bölümünü izledim. İlk iki bölüme göre biraz durgundu. Bölüm süresi de kısaydı. 50 dakikacık. Bugün ise Şahsiyet dizisine kaldığım yerden devam etmek istiyorum. Ustam ve Ben kitabını okumaya devam ediyorum. 360’a geldim. Kaldı son 100 sayfa. Çok ayrıntılara girmiş bu son okuduğum yerlerde. Biraz sıktı. 

     Aslında yazıyı akşama yazacaktım. Ama şu an oda o kadar sessiz ki. Böyle bir fırsatı bulmuşken rahat rahat yazmak istedim. Televizyon falan açıkken ya da yanımda birileri varken yazıya konsantre olamıyorum. Kafamı toparlayamıyorum. 

     Dünde bugünde çokça Youtube’dan video izledim. İnsan bir izlemeye başladı mı, duramıyor. O videodan o videoya savrulup duruyor. İzlediklerim de bilgi videoları. Öyle challenge falan değil. Siz tatili nasıl değerlendiriyorsunuz bakalım? Biraz da siz anlatın.

Beyaz, O Ses Türkiye'de jürilik yapabilir mi?


     Beyaz’ın müziğe olan ilgisini biliyoruz. Programında türkü gecesi bile yapmışlığı vardır. Hatta daha da ileri gidip şarkı söylemişliği de. Eski zamanlarda Hani Benim Recebim şarkısını söylemişti. Son zamanda Ayla Çelik ile düet yaptı. Ve o şarkı listeleri alt-üst etti. Bu kişi Beyaz’da olsa, bu kadar müziğe ilgi duyması ve düet yapması, O Ses Türkiye’de jüri üyesi olması için yeterli midir? Bakın, ben kendisini severim. Eyvallah, müziği çok sever. Bunu her fırsatta gösterir. Ama her şeye rağmen, o yarışmada jürilik yapacak bir müzik birikiminin olduğunu düşünmüyorum. Acun, kendisinin yerine programı sunması için getirseydi, bak o zaman hiç söyleyecek sözüm olmazdı. Ama jürilik başka bir şey. Bu yazdıklarımı Acun bilmiyor mu? O zaman nasıl jürilik teklifinde bulunabilir. 

Beyaz

     Yarışmada kendisini seçecek olanlara ne verebilir ki Beyaz? Benim yaptığım gibi eleştiriler için, “Bir program başlasın, bir beni görün, öyle değerlendirin” demiş. Ben ilk başta böyle bir teklif olduğunda, direk red edeceğini düşünürdüm. “Ben kim, jürilik kim?” diyerek. Şimdi merakla ilk programı bekliyorum. Nasıl bir jürilik performansı gösterecek? Büyük bir özgüven ile söylediği, “Beni bir görün” sözünden sonra, nasıl bir Beyaz’ı göreceğiz? Müzik adına bilmediğimiz ne hünerleri var ki böyle söylüyor? Tabi bunlar merakı daha da artıyor. Peki siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yazının hemen altındaki yorumlar bölümünden yorumunuzu yapabilirsiniz. Ve bu tarz televizyon ile ilgili yazılarımı beğenip beğenmediğinizi de ayrıca belirtebilirsiniz.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/audience-band-christians-church-213207/

İyi bir arkadaş grubu, özgürlük demek...


     Aralığın yedisi olmuş, hala kar yok. Size Düzce’den bildiriyorum. Buraya daha sezonun ilk karı yağmadı. Sözde televizyon bugün yoğun kar yağışı olacak diyordu. Bir zamanlar yağan karlar bizim için tatil demekti. Şimdi ise sıradan kar demek. 

     İnsanın arkadaş ortamı çok önemli. İnsan arkadaş ortamında olabildiği gibi davranmalı. Neyse o olmalı. Bu dediğim her arkadaş ortamında olabilecek şey değil. Birbiriyle çok iyi anlaşan bir arkadaş grubu olmalı. Bugün iş yerinde ilk defa olduğum gibi davranma özgürlüğü hissettim kendimde. Bu duyguyu hissetmek harikaydı. 

arkadaş grubu

     Bazen insan işini çok iyi yaptığını düşündüğü anlarda bile hata yapabiliyor. Bugün benim yaptığım gibi. Dikkatsizlik, normalde yapmayacağınız çok küçük hatalara kapı aralıyor. Saat 00:14 geçiyor. Hala yatmadım. Yarın Cuma. Son iş günü diye sevinemiyorum. Cumartesi de çalışıyorum bu hafta. Herhalde 01:00 gibi yatarım. Herkese hayırlı geceler.

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/96DW4Pow3qI

Blogda yazı tarzımı buldum, galiba...

      Yılar yıllar sonra blogda yazı tarzımı buldum sanırım. Son yazı tarzım, dikkatimi çeken konulardan kısa kısa yazmak. Karışık olan blog dünyamda bu yazı tarzım ne kadar gidecek bakalım?


kişisel blog yazma tarzı
foto kaynak: unsplash.com


BİZDEN BİR ROMAN OKUMAK İSTİYORUM…

     Savaş ve Barış kitabını bitirdim ya. Sıkıldım kont ve konteslerden. Bunlar bizim kültürümüze uzak şeyler. Bizden bir roman okumak istiyorum. Suç ve Ceza’yı tekrar okumayı düşünüyordum ama şimdi kaldıramam onu.


BU ARALAR ÇOK KONUŞULAN İKİ DİZİ…

     Bu ara televizyon dünyası iki dizi ile yıkılıyor. Bir tanesi Tv8’in Kırmızı Oda dizisi, diğeri ise TRT 1’in Masumlar Apartmanı dizisi. Sosyal medyada her yerde, bu iki dizi ile ilgili paylaşımlara rastlamak mümkün. Tarihe not düşmek istedim. Yıllar sonrası için nostalji olur.