Powered By Blogger

29 Aralık 2016 Perşembe

Anadolu Yakası kitabı hakkındaki yorumum...

     Kitap okumayalı, bir ay kadar olmuştu herhalde. Bir ara, Mustafa Kutlu’nun, Anadolu Yakası Nehir söyleşi kitabına başlamıştım. Bi 20 sayfa falan okuyup, bir köşeye bırakmıştım. Sonradan devam edememiştim, kalmıştı öyle. Son bir hafta, kitaba kaldığım yerden devam ettim. Ve sonunda kitabı bugün bitirdim. Kitapta bir gazeteci, bir televizyon sahibi ile röportaj yapıyor. Ama röportaj deyince, “Aman ne röportajı, okuyamam şimdi” demeyin. Çünkü bende öyle dedim. Ama kitabı okudukça anladım ki, olay öyle değil. Evet, röportaj var ama. Bir okuyun, o röportajın içinde birde neler var? Televizyon sahibi Muzaffer Gönül’ün, yani Muzo’nun, sinema ve televizyon sevdası var. Yine Muzo’nun, sinema setlerinden nasıl televizyon patronluğuna yükseldiği var.  
     Sosyal hayata dair, bugünkü aydın dediğimiz kişilerin nasıl olması gerektiğine dair, televizyonun kültürel yaşama etkisine dair, kısaca hayat var yani hayat. Ben zevkle okudum. Zaten kısacık bir kitap. 207 sayfa. Şimdi kitaptan çok beğendiğim bir bölümü paylaşmak istiyorum sizlerle. Muzaffer, İstanbul’a okumaya gitmiştir. Seneler sonra ailesini ziyarete gelir. Ve orada köyüyle özlemini giderir. Eski günlerine gider. Yazar Mustafa Kutlu, burayı çok iyi anlatmış. Bende bu bölümü seçtim sizinle paylaşmak için.
anadolu yakası, mustafa kutlu, okuduklarım

     Camiden çıktık. Baba ben biraz dolaşacağım dedim. İyi dedi, geç kalma.
     Köyden çıktım kendimi artık ekilmeyen tarlalara, göz alabildiğine uzanan topraklara vurdum.          Bizim köy de boşalıyordu. Gençler gurbete gidip dönmüyordu, tarlaları ot kaplamıştı.
     Kuru otlar bastıkça çıtırdıyor, her birinden ayrı bir koku yükseliyordu. Dağdan gelen serin yel kekik kokuyordu. Yürüdüm, yürüdüm. Eskiden kuzu otardığımız yerlerden geçtim. Yemlik yedim, kuzu kulağı kopardım. Önümde ufuk. İşte bu, şehirde görülmeyen bir şeydir. Şehirde binalar, arabalar, kalabalık insanın üzerine gelir. Onu sindirir, bir zavallı kılar. Bu düzlük öyle değil, kendini özgür hissediyorsun. Sanki kollarını kaldırsan uçacaksın.
     -Abi film çekmeye başladın sen. Tarkovski oldun sanki.
     -Olurum, bir mani mi var?
     -Olursun inşallah.
     -Evet, dönüp geldim. Doğru mezarlığa. İri meşelerden birine sırtımı dayadım. Dualar ettim. Meşe yapraklarının kurumuş olanları, esen yelle ağır ağır mezarlar üzerine dökülüyor. Yaprak da fani, insan da.
     -Ama yaprak baharda yeniden çıkıyor be abi.
     -O yaprak eski yaprak değil. Bir babanın oğlu gibi. Baba toprağa karışıyor, oğlan hayatı sürdürüyor, Cenab-ı Hakk’ın kanunu bu.
     Bir çayır kuşu öttü. Bir daha öttü.
Gözümden yaş damladı. Bilmem neden?
    -Abi bu çok mühim. Neden ağladın?
    -Cevabı yok. Her yan metafizik. Hayat, ölüm, yaprak, kuş. Kimse bir şey açıklayamaz. İnsan orada aciz olduğunu anlıyor ve inancı varsa dua ediyor.
Dua insanın Allah’a en yakın olduğu an.
Belki bu sebepten gözlerimden yaş geldi.

8 yorum:

  1. Kitabı okumadım ama seçtiğiniz bölüm kitabın en güzel bölümlerinden olsa gerek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen. Daha onun gibi bir kaç güzel yeri daha var. Günümüz aydınının nasıl olması gerektiğine dair güzel bir bölüm de vardı.

      Sil
  2. Farklı yazar ve konular okumak iyi olabilir... Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Farklı bir bakış açısı kazanıyor insan. Sevgiler

      Sil
  3. Güzel kitaba benziyor.Biraz dini motifler var sanırım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok az miktarda var. Bence güzel kitap. Sinema ve televizyona ilgisi olanlar daha bir zevkle okur.

      Sil
  4. Bazı kitaplar öyledir elinize alırsınız yine bırakırsınız siz başarmışsınız okumayı benimde öyle elime alıp bıraktıklarım var bloglamak bahanesiyle okuma programımı tekrar düzenledim diyebilirim.. Paylaşımınız çok etkileyici özellikle alınıtınız.. Görüşmek üzere :)

    YanıtlaSil