Powered By Blogger

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Ernest Hemingway, İstanbul'u anlatıyor...

     Dillere destan şehir, İstanbul. İmparatorluklara başkentlik yapmış bir şehir. Kültürlerin merkezi bir şehir. Bunları, daha da çoğaltabiliriz. Çünkü İstanbul bir değil, bin özelliği kendisinde barındırıyor. O yüzden, ne dense az. Hala duyarız. Hem bizimkilerden, hem de yabancılardan, “Dünyayı gezdim. İstanbul gibisini görmedim” diye. Peki yazarlar, İstanbul’u nasıl anlatmış? Bahsettiğim herhangi bir roman ya da hikayede değil. İstanbul’a gelmiş, ziyaret etmiş, büyük yazarlar ne demiş, İstanbul hakkında? Evet, o büyük yazarlardan birine, Ernest Hemingway’e kulak vereceğiz. Hemingway’in anlattığı İstanbul, 1922’in İstanbul’u. Okuyacaklarınızı lütfen, bu tarihi göz önüne alarak okuyalım. Bugünkü İstanbul’a göre değerlendirmeye kalkarsanız, yazı büsbütün anlamsızlaşır o zaman. Yani, okuyucularımın dikkatine!!!
Ernest Hemingway

                              HAŞLAMA PATATES SATILIRMIŞ O ZAMANLAR SOKAKLARDA
     Biliyorsunuz, sabah ezanlarımız bir başkadır. Her dinleyişte etkiler bizi. Sabah ezanlarımızdan etkilenen, sadece bizler değiliz tabi. Hemingway’de etkilenmiş. İstanbul’daki tatil günleri, şimdiki ülkemizin tatil günleriyle, yarışır nitelikteymiş. 168 gün tatil varmış. İmparatorluk olduğu içinde, Cuma-cumartesi ve pazar da tatil. Cuma biz müslümanlara, cumartesi Yahudilere, pazar ise Hristiyanlara tatilmiş. Bugün nasıl milletimiz devlet memuru olmak istiyorsa, o zamanlar İstanbul’da da, banka memuru olmaya çalışmak revaçtaymış. O zamanlar, saat dokuz dendi mi, yemek yenirmiş. Saat on dedi mi de, tiyatrolar açılırmış. Gece ikide ise, gece kulüplerinin açılma vaktiymiş. Kahveleri de gözlemlemiş Hemingway. O zamanın kahvelerinde biz Türkler, nargileyi tek geçermişiz. Her kahvede gözlemlemiş bunu Hemingway. Bir de geceleri, sadece köfteciler kaplamıyormuş sokakları. O zamanlar bir de haşlama patates satılırmış.
                                                 HEMİNGWAY’DAN İSTANBUL TASVİRİ
     Şöyle bir tablo çiziyor Hemingway, o zamanın İstanbul’u için. “Güneş doğmadan, kendinizi İstanbul sokaklarına atarsanız, önünüzden kaçışan fareleri görebilirsiniz. O saatte sadece fareler yoktur sokaklarda. Çöp tenekelerinin sakinleri de zayıf, çelimsiz köpeklerdir. O saatte bir ışık yansıması görüyorsanız, bu bir barın ışığıdır. Ve peşinden sarhoş kahkahaları kulaklarınızı tırmalar. Bir yanda sarhoş kahkahası, diğer yanda ise içli ezan sesleri” diyor. İşte Hemingway’in gözünden, 1922’in İstanbul’u bu şekilde. Siz Heminway’in gözlemleri hakkında ne düşünüyorsunuz? O zamanki İstanbul hayal ettiğiniz gibi  miymiş?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

4 yorum:

  1. Merhaba. Blogumda misafir yazarım olur musunuz ?

    YanıtlaSil
  2. O zamanların İstanbul'unun kendine has bir kimliği, dokusu varmış, kendi bildiklerimle, yazıyı okuduğumda bunu düşündüm. Genelde daha kısıtlı bir yaşam düşünülür, benim zihnimde de öyle canlanır ama Hemingway'e göre öyle değil. Sabahlara kadar eğlence yapanlar da var. Bir yanda sarhoş kahkahaları, diğer yanda ezanlar diyerek bunu güzel tasvir etmiş aslında.
    Bence artık İstanbul dokusunu, kimliğini kaybetmiş durumda büyük ölçüde. Şehrin belirli köşelerine hapsedildi o kimlik. Görüntüsü ve yaşantısı her geçen gün daha kötü bir hal alıyor bana göre. Yaşanmak istenen bir yerden, kaçılmak istenen bir yer haline geliyor. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İstanbul konusunda bir dokunuyorsun bin ahh işitiyorsun zaten :)

      Sil