Powered By Blogger

14 Nisan 2016 Perşembe

"Hikaye yazmakta ne var ki? Bir kağıt, bir kalem Sait Faik"

     Sadece yazarlık yaparak, ülkemizde geçinilmediği bir gerçek. Şu an için, her kitabı çok satanlara giren ve isim yapmış yazarlar dışında, hala geçinememek gerçeği aşikar. Türk edebiyatına damga vurmuş çoğu yazar, sadece yazarak geçinememişler. Daha önceki yazılarımdan birinde, Orhan Kemal’in bu konuda nasıl sıkıntılar çektiğine değinmiştim. Bu yazımda, hikayeciliğimizin önemli isimlerinden, Sait Faik Abasıyanık’a kulak vereceğiz. Yazarlığa ne kadar önem verildiğini, ya da daha doğrusu, önem verilmediğini göreceğiz beraberce. Sırası geldikçe bu zorlukları yaşamış, ve bizimle paylaşmış yazarlarımızın anlattıklarını, sizlerle paylaşacağım. Gerçekten o zamanlar yazarlık yapmak, büyük bir cesaret gerektiriyormuş. Yeme, içme, yakacak gibi hayati ihtiyaçlarınızı karşılayacak bir gelir elde edemiyormuşsunuz çünkü.
Sait Faik Abasıyanık

                                                     YAZARLIK, YOK HÜKMÜNDE
     Yeterli para kazanamamayla ilgili anıya geçmeden önce, başka küçük bir anektod aktarmak istiyorum size. Bakın, yazarlık o zaman meslek olarak görülüyormuş mu? Yine Sait Faik’in başından geçen bir olayı dinliyeceğiz. “Bir yerde lazım oldu da mesleğimi sordular. Doğrusu epey çekinerek ama gururla ‘Yazıcı’ dedim. Mesleğimi bir kağıdın meslek hanesine kaydedeceklerdi. Benden yazıcılığımı ispat edecek bir vesika istediler. ‘Efendim, birkaç hikaye kitabım var’ diyecek oldum… O resmi kağıtta meslek haneme ‘YOK’ yazdılar.” Ne acı değil mi? Ama şu zamanımıza bakarsak da sevindirici. Artık yazarlık bir meslek olarak kabul ediliyor. Yazarlık nerden nereye gelmiş, bu anı bize çok iyi gösteriyor.
                                            BİR YAZARA SÖYLENECEK EN SON ŞEY                           
     Özdemir Asaf anlatıyor: “Hürriyet gazetesine öyküler yazıyor, röportajlar yapıyordu. (Daha önce 7 Gün’de yazmışlığı vardı. ‘Medar-ı Maişet Motoru’ ilkin Sedat Simavi’nin 7 Gün’ünde yayımlanmıştı) biriken birkaç yazının paralarını almaya gitmiş. Bakmış ki öykülerine beşer lira biçmişler, röportajlarına onar lira. Hışımla Sedat Simavi Bey’e çıkmış, durumu anlatmış: ‘Galiba muhasebede bir yanlışlık oldu efendim,’ demiş. ‘Hikayelerime on lira, röportajlarıma beş lira çıkartılacakken ters hesap yapılmış’ demiş. Sedat Bey’in cevabını hayretler içinde anlattı: ‘Sait Bey,’ demiş Sedat Simavi. ‘Yanlışlık değil. Hikaye yazmanız için bir külfete bir masrafa gereksinmeniz yok. Bir kağıt bir kalem kafi. Ama röportaj yapmak için, bir yerlere gidiyorsunuz, ne bileyim, vapura, trene falan biniyorsunuz. Yol parası veriyorsunuz, icabında bir kahveye falan oturup çay-kahve içiyor, masraf ediyorsunuz.’ Sait aklına o güne kadar hiç gelmemiş olan bu düşünce biçimine şaşırmış kalmıştı. Öykülerine bu karşılaştırma ağrına gitmişti. Sanıyorum bundan sonra o işe devam etmedi.”
     Böyle bir karşılaştırma nasıl ağrına gitmesin ki. “Senin yaptığın iş mi?” demiş resmen. O kadar kolaysa, “Otur sen yaz bakalım” demek lazımmış. Ama böyle büyük yazarlar öyle ağız dalaşına girmezler. Naif insanlar ne de olsa. Hemen kırılırlar. Peki siz ne dersiniz bu duruma?

Foto kaynak:Pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

     

6 yorum:

  1. Tipik bir Türk aklı.. Emeği harcamayla, parayla ölçen bir zihniyet.. Ama dediğiniz gibi günümüze bakınca sevindirici bugün geldiğimiz durum. Çok önceleri olması gereken şeylerin yıllaaaar sonra olması gerektiği değeri bulması sevindirse de.. Ağlanacak halimize gülüyoruz gibi bir durum çıkıyor ortaya.. Çok güzel bir yazıydı, sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katılıyorum tipik Türk aklı :) Bu güzel yorum için teşekkürler, sevgiler.

      Sil
  2. Sedat Simavi...Ünlü olmak söz sahibi olmak demekse, çoğunluğun aklına bile gelmeyen, makbul sözleri yazıya dökebilenlerin ederi kimsenin veremeyeceği kadar kıymetlidir ve düşüncelerine emsal biçilemez. *Ürün ve para, mal ve para, hizmet ve para, meslek ve para, buluş arkasından patent ve bol para, oyunculuk ve para, gösteri ve para...Bunların yanına ne kadar da yakıştı para sözcüğü.Hiç abes durmadı.Aklın, düşünebilme ayrıcalığının, görünmeyen emeğin, yazma yeteneğinin başkalarının da faydalanması adına yazara kazanım getirmesi doğaldır.Ama bu eder, onun elit ve hassas düşüncelerine, büyük ihtimalle hassas duygularına zarar vermeden; biçilecek bir miktar ve sürümden sonra kazanım ve mümkünse bir yakını yazarı hırpalayabilecek konularda yardımcısı olması tercih edilendir. Yazar, adı üstünde yazar.Anlayamayanların sorunu kendilerinde bence...Bu durumlardan az çok haberim vardı. İnsan para kazanmak adına yazıyorsa zaten, gelip geçicidir hevesi.Süreklilik ve depo lazım.O da herkeste olamaz zaten.Çok emek isteyen bir iş.Düşünmeden para kazananların, bu işin heyecanını anlamayanların ve merakı olmayanların bıyık altından gülmeleri gibi hallerle de karşılaşılıyor. Herkes kaldıramaz, bence yazarlar da rahmetli Can Yücel üstad gibi gamatayı basmasalar da, kendilerini korumaya alacak gücü bulmalılar. Şu blog dünyasında bile.Ne genç değerler farkettim ben...Yazdıklarının yoğunluğundan anladığım hayatlarındaki kaoslar yüzünden tek tek veda edip kayboldular.Onlar usta kalemlerdi.

    Yazarların sıkıntılarını, hayat arkadaşım (kitap kurdudur kendisi)dinlemiştim.Ama her gün, sanki üniversitedeyim de dersim varmış gibi( koşarak adeta )sitenize geliyorum :)O kadar hoşuma gidiyor ki...Sağolun.Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumlarınız ek bir yazı gibi oluyor ve değer katıyor bu siteye. Söyledikleriniz beni çok onore etti. Ve çok mutlu oldum. Sevgilerimle.

      Sil
  3. "Edebiyat para kazandırmaz; çay içirir..." daha önce bir yerde gördüm bu sözü ve yazınızı okuyunca aklıma geldi.
    Bloğunuzu yeni fark ettim. uygun olduğum ilk fırsatta diğer yazılarınıza da bakıcam. Emeğiniz çok güzel...teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu sözü ilk defa duyuyorum. Ama ne güzel de anlatmış para ve edebiyat ilişkisini. Blog hakkında söyledikleriniz için çok teşekkür ederim. Her zaman beklerim. Sevgiler.

      Sil